Anasayfa > Edebiyat, Kitap > Eylül

Eylül

Çarşamba, 28 Kas 2012 Yorum ekle Yorumlara git

İlk defa bir kitap hakkında yazıyorum. Yazmalıydım ama.

AÅŸkın bütün hallerini, sırlarını, tereddütlerini, çıkmazlarını ve açmazlarını, sevinçlerini, coÅŸkularını, umutlarını, melankolisini ve ızdıraplarını olabildiÄŸince çıplak ÅŸekilde ifade eden bir manifestodur gözümde Eylül. Kitabın tanıtım yazısında da söylediÄŸi üzere Mehmet Rauf‘a tek başına şöhret saÄŸlayan, üstadım dediÄŸi Halit Ziya’ya atfettiÄŸi eseri.

Olaylardan çok karakterlerin iç dünyalarının dillendirildiÄŸi, duyguların hakim olduÄŸu, derin ve uzun halet-i ruhiye tahlillerinin yer aldığı bir psikolojik roman, ki türünün memleketteki ilk örneÄŸi sayılıyor. Bu özellikleri ile Peyami Safa‘yı andırıyor, daha da ötesinde öncüsü gibi. Yalnızız, Bir Tereddüdün Romanı ya da Matmazel Noraliya’nın KoltuÄŸu ele aldıkları konular açısından olmasa da, üslup ve teknik açısından, bulunduÄŸu ahlaki çizgi açısından benzer Peyami Safa romanları.

Günümüzden bakıldığında kitabın dili ağır. Ãœslubu yavaÅŸ okutuyor. Öyle bir solukta okunan romanlardan deÄŸil Eylül, uzunca soluklar aldıran türden. Åžu saçma, kalitesiz, veya hiç deÄŸilse boÅŸ olduÄŸu düşünülen ama bir ÅŸekilde kendini izlettirdiÄŸi belli olan diziler misali, hikayeye yedirilmiÅŸ iç gıdıklayan, merak ettiren, magazinel mevzulara sırtını yaslayan aÅŸk romanlarından hiç deÄŸil. En yalın, en düz ifadesiyle “delikanlı” bir roman. Esas bahis konusunu çeÅŸitlendirme, abartma veya sulandırma gereÄŸi duymamış, aÅŸka dair bütün o duyguların saf halini yazıya aktarabileceÄŸi en mümkün kelimelerle, ifadelerle dile getirmiÅŸ.

Benim okuduÄŸum baskısında (Özgür Yayınları) eski kelimelerin günümüz Türkçe’sindeki karşılıkları parantez içinde verilmiÅŸ. Ki iyi de etmiÅŸler. Bu, insanın zihninde manası bir türlü tam olarak yerleÅŸmemiÅŸ ama sıkça duyduÄŸu, ve maalesef artık eskimiÅŸ, sözlüklerde kalmış kelimeleri öğrenmeye, bir dolu duygunun ayrıntılı tahlilini anlamaya yardımcı oluyor. Bu zengin kelime daÄŸarcığı ile daha net, daha vurucu ve insan duygularına daha yakın ifadeler üretebilmek, bir baÅŸka ifadeyle “dil hapishanesinden” kaçmak daha mümkün hale geliyor tabi.

Çok uzatmayayım, “sinema bitti edebi eleÅŸtiri kaldı” dedirtmeden, romandan bir kaç alıntı ile bitireyim.

“Fakat Necip gittikçe nefsine karşı malik [sahip] olduÄŸu idaresinde aciz [güçsüz] olduÄŸunu görüyordu. Zira onun ÅŸiddetli baÄŸlılığı bu hale geldikten sonra tahammülsüz [dayanılmaz] bir susuzluÄŸa benzer hararet alıyordu. Onda bu kadar artan bu incizap [kapılma], artık tagaddiye [beslenmeye] ÅŸiddetli bir ihtiyaç hissediyordu;ona, onun ruhuna hulul [karışmak] ihtiyacıyla çırpınıyordu. Her zaman onun yanından ayrılmamak endiÅŸesi, ÅŸimdi ona karışmak galeyanlarına [coÅŸkusuna] müncer oluyordu [dönüşüyordu].”

“Süreyya’yı koltukta uyuklar buldular. Necip taaccüp ediyordu [ÅŸaşırıyordu]. Suat sadece bir “Musikiyi sevmez ki” dedi ve Suat’ın sesinde öyle derin bir esef [üzüntü] hisseti ki bundan derin derin mesut oldu. Demek ikisi de sade bir ÅŸeyi seviyorlardı ve o kadar seviyorlardı ki, onunla dünyayı, dünyanın her ÅŸeyini, hatta onu, Süreyya’yı unutuyorlardı. O zaman sade ikisinin ruhu yalnız, kucak kucaÄŸa dolaşıyorlardı, orada yalnız kalıyorlar, Süreyya bile oraya gelemiyordu. O zaman musiki ona baÅŸka manalar, baÅŸka vazifelerle görünmeye, ruhların müellifi [buluÅŸturucusu], kalplerin mülhimi [ilham vericisi] gibi gelmeye baÅŸladı. O bir cihan, bir cihan-ı perestiÅŸ [tapılacak dünya] oluyor ve orada Suat’la beraber olmak, bu fena dünyada olmamışlarsa hiç olmazsa orada birleÅŸmiÅŸ olmak, onu mest ve bihuÅŸ [baygın] ediyordu.”

“BaÅŸka çare olmadığını, alışmak lazım olduÄŸunu görüyor, itiyadın [alışkanlığın] büyük bir kuvvet bulunduÄŸunu anlıyordu; ve etrafına bakınca herkesin hayatında da birçok cerihalar [yaralar], inkirazlar [tükeniÅŸler], müsibetler görüp itiyat [alışkanlık] ile bunları unuttuklarını düşünerek, hayatı bu kadar çok müsaadesi için bile seviyordu. Ä°ÅŸte hayatında bulduÄŸu en büyük bir iyilik, bütün fenalıklarını tazmin edecek kadar büyük bir lütuf bu alışabilmek idi; herkes felaketlerine tahammül ile baÅŸlıyor ve tahammülle itiyat ederek [alışkanlık kazaranak] mukavemet edebiliyordu [dayanabiliyordu].”

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Edebiyat, Kitap Etiketler:, ,
  1. Henüz yorum yok.
  1. Henüz geri bağlantı yok