Tepenin Ardı
Uzun zamandır bir Türk filmini bu kadar sevmediğimi söyleyerek, yekten fikrimi belirteyim. Çok fazla salonda gösterimi yok filmin, çok da uzun süre vizyonda kalsın sanmam. Tam arada kaynamaya müsait filmlerden. Uluslararası film festivallerinde topladığı bir dolu ödüle binaen gidelim dedik. İyi de ettik.
Anadolunun ücra bir köşesindeki çiftlikte yaşanan bir aile dramı anlatılıyor filmde. Filmin çekildiği yerler o kadar kuş uçmaz kervan göçmez yerler ki tipik bir Amerikan western filmi canlanıyor insanın gözünde. Yanlış duymadıysam filmin son sahnesi haricinde bir müzik de kullanılmamış. Duyulan daha çok rüzgar uğultusu, ağaç hışırtısı, dere şırıltısı, ateş çıtırtısı. Aslında bu durum olaylara hemen yanıbaşınızda olup bitiyormuş hissi de vermiyor değil. Gerçekliğini arttırmış filan denilebilir. Lakin zaman zaman dramdan çok psikolojik gerilimi andıran bir senaryosu olduğundan, uygun bir müzik daha kalıcı, baskın bir etki bırakabilirmiş gibi geldi.
Otoriter bir dede, melankolik bir baba, askerlik sonrası psikolojik sorunlarıyla boÄŸuÅŸan bir genç, meraklı toy bir çocuk, münzevi bir çoban ve güvenilir, halim selim bir kahya. Ve obalılar ile ovalılar arasındaki, o Anadolunun en bilindik kavga konusu; davar sürüsü-ekin tarlası anlaÅŸmazlığı…Derken olaylar geliÅŸir…Hiç eÄŸip bükmeden, çizgisinden sapmadan, ama soÄŸuk bir minimalist tavra da bürünmeden (tam da yeri gelmiÅŸken Nuri Bilge Ceylan’a iliÅŸtirmiyorum bu kez), dolaylamak ile dolaylamamak arasında çok iyi bir yere konumlanarak hikayesini anlatan, derdini sinema dilinde güzelce dillendiren bir film çıkar ortaya. OlmuÅŸtur kanaatimce.
Film aslında Anadolu’daki yerel bir hikayeden yola çıkarak Türkiye’ye ve daha da ötesi bütün Dünya’ya dair hakikatli bir mesaja ulaşıyor; “Hep bir düşman vardır!”. Daha da geniÅŸletecek olursak, ortak bir düşman her zaman bulunur, ve ona karşı birleÅŸmek çoÄŸu kere suça ortak olanların lehinedir. Bu haliyle aslında çok evrensel bir durumu iÅŸaret ediyor film. Ve fakat ki, son sahne ve o sahnede çalınan müzik filmi bu evrensellikten koparıp Türkiye baÄŸlamıyla sınırlandırıyor. SöylenegeldiÄŸi yöreye, topraklara ait öğeler çoÄŸaldığında atasözlerinin veya deyimlerin baÄŸlamının kısıtlı kalması ile, motamot çevirilse bile bir Fransız’ın anlayacağı türden bir söz arasıdaki evrensellik farkı gibi. “Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmazmış” ile “Damlaya damlaya göl olur” farkı gibi.
Filmle ilgili tek sıkıntı Türkiye baÄŸlamında iÅŸaret ettiÄŸi simgesel anlatımı, bahsettiÄŸim o son sahnede gözümüze sokar gibi üzerine bastırması. Filmin bu mesajına çok katılmasam da, fikrini iyi ifade etmiÅŸ, en azından evrensel boyutta düşünülebilecek olanı. Filmle ilgili ÅŸuradaki bir yazıda denildiÄŸi üzere “Is it just us, or does this sound a little too similar to what’s happening back home?” gibi…
önemli : filmle ilgili bir takım çok özel bilgiler içerir, izlememiş olanlara tavsiye edilmez : )
ben de başlamadan evvel filmi çok beğendiğimi ve beklentilerimin çok üstünde bulduğumu söyleyeyim..
bir kere filmi izlerken sürekli arkadan çekimden midir yoksa filmin geneline yayılan gerilim havasından mıdır kendimi karakterlerin omzunda bir yük gibi hissettim..aynı zamanda onlar da benim üzerimde bir ağırlık gibiydiler ki izlerken bir ezilme, sığınma hissi uyandı bende..o sessizliğin, sadece çevre seslerin arasında karakterlerin bir yere varamayacaklarını bile bile sürekli yürümeleri inanılmaz bir gerilim havası yaratıyordu insan üzerinde..bunu ilk shining filminde tecrübe etmiştim sanırım..aynı zamanda bu uzun yürüyüşler; kendinden uzaklaşma isteğinin bir tezahürüydü de aynı zamanda..
ortada hep bir kabahat vardı, birisi tarafından işlenen ama bu kabahat işleyenden bağımsız, bir başkası tarafından tek bir düşmana atfedildi hep..herkes tarafından da kabul gördü film boyunca, kabul görmeyen tek kişi (ki bu kişi de aralarında aklı selim olmayan! tek karakterdi) de filmin sonunda keçi postuna sarılı bir şekilde ölü bulunmuştu zaten..gerçeğe yakınsan tutunamayacaksındır dercesine..
sanırım senden farklı olarak, en çok filmin son sahnesini beğendim..işlenegelen suçların faillerini o tepenin ardına ittiler sürekli, filmin sonunda da dile geldi bu nihayet ve en sonunda da kendilerini o tepenin ardına götürdüler büyük bir hınçla..bence kimse yoktu o tepenin ardında ve bir nevi suçlarını itiraf ettiler kendilerine..tepenin ardına yolculuk başlayınca, zaten herkes tarafından bilinen suçlu bulunmuş oldu kanımca..nihayetinde de kayboldular tepenin ardında, yutulmuşçasına..
bahsettiğin metafora gelince de ben de öyle bir algı yaratmadı ama öyle bir amaç varsa da çok da sakil durmamış bence =)
metafora gelince “bende öyle bir algı yaratmadı” derken aslında dün bahsettiÄŸin özelde sadece yaÅŸadığımız ülkeye dair bir atıf olarak görmedim filmi ben..daha genel, daha evrensel bir mevzuyu ele almış gibi..en nihayetinde dünya üzerindeki bütün savaÅŸlara sebep olan nedenler koca birer yalanlar da..yalandan bir düşman yaratıp, gerçek bir savaÅŸ çıkarılıyor ortaya..@bilga
@bilga
Ben de diyorum ki bu evrensel mesajı son sahnede ve o sahnede çalınan müzik ile Türkiye, hatta daha özel Türkiye’deki Kürt sorunu baÄŸlamına hapsetmiÅŸ.
O değil de yaz artık bir blog da derin sinema birikiminden faydalansın insanlık : )
o son sahnenin filmi bu kadar sınırladığına nasıl vardın acaba, çünkü kullanılan müzik de dağda yürümeleri de bu anlamda bir sınır oluşturmamalı bence..zira hiçbir ülke düşmanını şehirde aramıyor ki=) örneğin amerika da afganistana ya da ırağa girerken yada hali hazırda şu an ortadoğunun geneline girmeye çalışırken düşmanlarını dağda arıyor, askerini dağa gönderiyor..ya da işte ispanya zapatistalar, ya da ingiltere ira örnekleri verilebilir mesela..bu durumun sadece türkiyedeki kürt sorunu bağlamına hapsedilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum..
hee demi ne güzel olurdu yazabilseydim, benden öğreneceğiniz çok şey var halbuse 😀@Selman