Anasayfa > Sinema > Kış Uykusu (Winter Sleep)

Kış Uykusu (Winter Sleep)

Pazartesi, 07 Tem 2014 Yorum ekle Yorumlara git
Kış uykusu, winter sleep

Kış Uykusu (Winter Sleep)

Film şu minval üzere cereyan etmektedir;

Aydın(Haluk Bilginer) emekli bir tiyatro oyuncusudur ve oyunculuÄŸu bıraktıktan sonra Kapadokya’da babasından yadigar kalan butik oteli iÅŸletmektedir. Bir yandan da yerel bir gazeteye köşe yazıları yazmaktadır ve bir tiyatro tarihi kitabı yazmak üzere çalışmalarını sürdürmektedir. Hayatında iki kadın vardır; zihin dünyaları arasında ciddi fark olan genç karısı Nihal(Melisa Sözen) ve boÅŸandıktan sonra yanlarına taşınan kız kardeÅŸi Necla(Demet AkbaÄŸ). GeliÅŸen olaylar uyumsuzlukları, tutarsızlıkları ve karakterlerin derinlerde yaÅŸadıkları çatışmaları su yüzüne çıkaracaktır. Ve anlatılan, insana dair ahlak, iyilik, kötülük, yalnızlık, sevgi, vicdan gibi pek çok meseleyi barındıran, olay hikayesinden ziyade içli ve esaslı bir “durum hikayesidir”.

Kim derdi ki her uygun gördüğü yerde Nuri Bilge Ceylan’a laf iliÅŸtirmekten hazzeden ben, gün gelsin bir güzelleme yazayım.

196 dakika dram filmi çekmek bir cesaret işi bi kere. O 196 dakikanın bu denli akıcı olabilmesini sağlamak da apayrı bir maharet. (Bu arada filmin ilk kurgusu dört buçuk saat imiş, daha sonraki yoğun çalışmaları sonucu üç buçuk saate indirebilmiş Nuri Bilge Ceylan. Bakınız)

Korka korka salona girdik, ama çıktığımızda hakikaten üç buçuk saat oldu mu yahu diyorduk. Her ne kadar pek hazzetmesem de, evvelki filmlerinden, hele hele Bir Zamanlar Anadoluda’da filminden, yönetmenin mekan, görüntü, ışık, açı ve sair teknik detaylar konusunda son derece mahir olduÄŸunu biliyoruz. Sinemayı bıraksın fotoÄŸraf filan çeksin derken de onu kastederdim. Bizim kafamızdaki sinema hareketli kareler bütünüydü. Bir akışı, bir akışkanlığı olmalıydı. Gevezelikten uzak olmalıydı ama konuÅŸmalıydı da. Bir Zamanlar Anadolu’da ile beraber “ÅŸu karaketerleri konuÅŸturayım yahu biraz da” demeye baÅŸlayan Nuir Bilge Ceylan bu kez adeta yılların suskunluÄŸunu yırtar gibi üç buçuk saate yakın bir süre boyunca karakterleri konuÅŸturmuÅŸ. Susmalarına mahal vermemiÅŸ neredeyse. Bu kadar çok konuÅŸtuturuken gevezelik de etmemiÅŸ lakin. Gereksiz, çıkıntı veya sakîl duran tek replik yok neredeyse. Belli ki diyaloglar üzerinde ince ince ve uzunca çalışılmış. Gündelik hayatın can sıkıntılarına, kaygılarına, dertlerine, kabaca hayat gailesinin bütün damarlarına sirayet edebilmiÅŸ ve insanın açmazlarına, tutarsızlıklarına ve samimiyetsizliklerine dair vurguları böylesine yalın, böylesine göze sokmadan yapabilmiÅŸ bir metin ortaya çıkmazdı aksi takdirde.

Haluk Bilginer‘in ÅŸuradaki röportajında söylediÄŸi ve ÅŸurada da belirtildiÄŸi gibi Nuri Bilge Ceylan illa da kendisiyle çalışmak istemiÅŸ. Rolü üç defa reddetmiÅŸ olmasına karşın, yönetmen bu rol için bir baÅŸkasını düşünememiÅŸ. O denli ki “filmin çekimleri senin takvimine uymuyorsa, biz senin takvimine uyarız” demeye kadar vardırmış iÅŸi. Filmi izledikten sonra bunun ne kadar yerinde ve anlamlı bir seçim olduÄŸunu görüyoruz. Zira Haluk Bilginer o kadar güzel ve o kadar inandırıcı canlandırmış ki Aydın karakterini, bu rolün hakkından gelebilecek bir baÅŸka oyuncuyu düşünemez oluyorsunuz. Bir oyuncunun performansı hakkında, kafanızda bir baÅŸka aday oluÅŸmasına izin vermemiÅŸ olmasından daha yeterli bir ölçüt bilmiyorum.

Gelelim Aydın karakterine. Hikayenin merkezinde bulunan Aydın’ın aslında isminde dahi bir ironi var. Yetersizlikler içerisinde, halkından kopuk, hatta onu öteleyici, küçük dünyasının aydını Aydın. KardeÅŸi Necla’nın tabiriyle oturduÄŸu yerden akham kesen, yazılarına konu olanlar ile herhangi bir bağı bulunmayan ve fikri mücadeleden uzak, çağının sorunlarına ışık tutmaya çalışmaktan ziyade kendi benliÄŸine esir olmuÅŸ karton aslandır o. Gündelik hayatın aydınıdır. Bu taraftan baktığımızda Nuri Bilge Ceylan sert bir Türk aydını eleÅŸtirisi yapmış ÅŸeklindeki söylemleri abartılı buluyorum. Olsa olsa aydın olmaktan ziyade bu iddiada olan, entellektüel olmaktan ziyade entellik taslayan, yarı aydın tiplemelerine bir eleÅŸtiri.

Filmin derinlerdeki kasveti su yüzüne çıkaran akışı ile fena halde uyumlu olan müziÄŸi de çok güzel. Sonata in A major, D.959 (II. Andantino) – Franz Schubert

Nihai olarak, 1982’de Yılmaz Güney’in Yol ile aldığı Altın Palmiye’yi Kış Uykusu ile ikinci kez memleketimize kazandıran Nuri Bilge Ceylan’ı takdir etmek gerek. Bu kez yiÄŸin hakkı yiÄŸide : )

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
  1. bilga
    Cuma, 11 Tem 2014 07:37 | #1

    felsefik bir romanın sayfalarını okuyorum gibi hissettim filmi izlerken..diyaloglarda yoğun bir felsefe tartışması tadı vardı hep..genelde film izlerken bu felsefik düşünceler, kareler ileledikçe akıp gider beyinden de, düşünmesi filmden sonraya kalır hep..evde izlediysen bu daha kolaydır mesela..ama bu filmde diyaloglar akıp giderken de düşünebiliyorsun üstüne söylenenlerin..konuşulanların üstüne kendince eklentiler yapıyorsun..filmden bu kadar etkilenmemin nedenlerinden biri de bu durum..kesmiyor, bloke etmiyor kişiyi..kendine de bir alan açmasına izin veriyor seyircinin..film bu alanla birlikte ilerliyor, yanına kişiyi de alıyor biterken..
    nuri bilge şu karakterleri bir konuştursa çok güzel bir film çıkacak ortaya derdim hep, artık hiç konuşturmasa da olur benim için..fazlasıyla ve gereksize kaçmadan dil vermiş karakterlere..
    düşünüyorum ki karakter analizinin en iyi yapıldığı filmlerden biri belki de en iyisi kış uykusu..ben çok yavaş okuma yapan bir insanım ve film süresi boyunca bana bir kitap okuttu bu film, eline sağlık =) bu filmi izlemek büyük bir keyifti..

  2. Cuma, 11 Tem 2014 22:57 | #2

    @bilga
    Hakikaten de ziyadesiyle gölgede kalmış benim söylediklerim. Ne güzel açmışsın mevzuyu : )

  3. bilga
    Cumartesi, 12 Tem 2014 02:28 | #3

    @Selman
    🙂 orta iyi geldi, çok da yazasım vardı üstüne denk geldi anlayacağın..

  1. Henüz geri bağlantı yok