ArÅŸiv

Yazar ArÅŸivi

Kadın Ruhu Karmaşıklığına Erkek Öküzlüğü Antitezi

Cuma, 11 May 2012 2 yorum

Mevzu Elif Åžafak‘ın kadın ruhunun karmaşıklığını ve anlaşılması zorluÄŸunu anlattığı ÅŸuradaki yazısından çıktı. Hak vermiyor deÄŸilim söylediklerine. Kadına dair söylediklerinin çoÄŸunun doÄŸru olduÄŸunu da düşünüyorum. Amma lakin ki tam da o yazıda olduÄŸu gibi, birileri kadın ruhunun inceliklerinden, karmaşıklığından bahsetmeyegörsün, karşı cins olan erkek hemencecik, oracıkta alnının ortasından vurulur ve sürüklenerek karşı kutuba konulur. Ki böylece tezi, antitez ile anlatabilme fırsatı doÄŸar. Hemcinslerime yapılan bu haksızlık karşısında daha fazla sessiz kalamazdım : )

Sözüm bu gibi durumlarda erkek cinsini olmadığı kadar karikatürize eden yazar, çizer, düşünür tayfaya. Ä°lla da tezinizi anlatacaksınız diye, erkeÄŸi öküz pozisyonuna koymak zorunda deÄŸilsiniz. Bu kadar hiç etmek, bu kadar tezatlaÅŸtırmak zorunda deÄŸilsiniz. Annemin akÅŸam okul dönüşü beyaz gömleÄŸin yakasına bakıp “O ne öyle, simsiyah olmuÅŸ bi günde” demesindeki simsiyah tabirinin aslında bildiÄŸimiz ter lekesi rengi sarımtırağı ifade ediyor olması gibi. Ya da saatin 9’u 5 geçmesinin “10’a geliyor” olması için yeterli olması gibi.

Erkek ruhu da incedir arkadaÅŸ. Onun da anlaşılmaz halleri vardır. O da kendi içinde bir dolu gelgitler yaÅŸayabilir, keÅŸiflere filan çıkabilir. Veya o da bir sabah uyanmak için sebep bulamayabilir. Sebepsiz yere melankoliye saplanmış olabilir. Özel günleri yoktur belki ama hemen her gün tersinden kalkıp dünyaya sataÅŸabilir. Hatta kimileri (“bizim bi arkadaÅŸ” geyiÄŸi üzerinden bu adamın ben olduÄŸu gelmesin akıllara, ama burada kim olduÄŸunu söylemeyeceÄŸim tabi) Ay’a bakıp ne kadar duygusala baÄŸladığını filan söylediÄŸinde, hemen yanındaki daha az duygusal arkadaşı tarafından türlü belaltı ÅŸakalara, komikliklere maruz kalabilir. DiyeceÄŸim o ki, olur. Elbette ben de tezimi savunurken tam bir antitez üretmeyeceÄŸim. Kadınlardan daha karmaşık, duygusal, anlaşılamaz filan olduÄŸumuzu söylemeyeceÄŸim. Kadınlara nazaran hayatı daha analitik düzlemde ele aldığımız, daha somut varlıklara ve verilere dayandığımız ortada. Ama yine de, karşı cins olsak da, en nihayitinde biz de sizin gibi bedenine ruh üflenmiÅŸ varlıklarız arkadaÅŸ…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Galat-ı Meşhur Lügat-i Fasihten Evladır

Çarşamba, 02 May 2012 Yorum yapılmamış

“Galat-ı meÅŸhur lügat-i fasihten evladır” tabiri kısaca; “yaygın olan yanlış, bilinmeyen doÄŸrudan iyidir”e denk geliyor. Kanımca müthiÅŸ bir tabir, muhteÅŸem bir tanımlama. ÖğrendiÄŸimden beri elimde çekiç çivi arıyor gibiyim. Algıda fena seçiciyim. Bir metro muhabbeti sırasında örneklendirmeye çalışırken kilitlendiÄŸimiz bu durum için, ÅŸimdilerde bir sürü örnek uçuÅŸuyor aklımda.

Geçen öğrendiÄŸim “Altı kaval üstü ÅžiÅŸhane” nin, doÄŸrusunun meÄŸer “Altı kaval üstü ÅŸeÅŸhane” olması gibi. Direk alıntılayayım ;

Uyumsuz iki ÅŸeyin bir arada bulunmasını” ifade etmek için kullanıyoruz bu deyimi. Kökeni belli deÄŸil. Ancak şöyle bir hikâye anlatılır: Eskiden topların iç yüzeyi düzdü. Yani “kaval” gibiydi. Zamanla mühendisler, merminin döndüğünde daha hızlı gittiÄŸini, böylece daha delici hale geldiÄŸini buldu.

Bunun üzerine topların ve tüfek namlularının içine “yiv” denilen boÄŸumlar, çizgiler koydular. Altı boÄŸumlu yive de bizde ÅŸeÅŸhane (yani 6 kısım) dendi.

Ancak bir adamın aklı yatmamış buna. Yarısı eski tip “kaval” (yivsiz), üst kısmı ise “ÅŸeÅŸhane” (yivli) bir tüfek yapmış kendine. OlmuÅŸ size altı kaval üstü ÅŸeÅŸhane bir tüfek.

Zaman içinde “ÅŸeÅŸhane” “ÅžiÅŸhane” ye dönüşmüş. Åžimdi gel de bunun doÄŸrusunu kullan.

Ya da bir diÄŸer durum Nike‘nin nasıl okunduÄŸu. Yaygın olarak “nayk” diye okunduÄŸu ve böyle kanıksandığı halde nasıl olur da “nayki” diye okursun. Öyle olmasa bile çıkıntı durur, ukala kaçar.

Şöyle bir bakındım nette, baÅŸka nasıl örnekler var diye. Sürüsüne bereket. “Kara sevda” tabirindeki sevda kelimesinin anlamının da kara olmasından dolayı ortaya garip kelime ikilisi çıkması, veya eÅŸkiya kelimesinin kendi başına çoÄŸul olup da eÅŸkiyalar ÅŸeklinde kullanıldığında çoÄŸulluÄŸunun ikilenmiÅŸ olması gibi. Örnek çok…Hatta o kadar ki şöyle bir tabirimiz de varmış; “Galat-ı meÅŸhur zamanla galat-ı meÅŸru olur”

Bu konuda galat-ı meÅŸhur’un yani yaygın yanlışın, hangi anlam olduÄŸu konusunda benim de fikir belirtmek istediÄŸim bir atasözü var; “TeÅŸbihte hata olmaz“. Tdk bunu;

Yeri geldiği zaman çirkin, kaba bir benzetme ile anlatıma daha etkili bir hava verilmesi saygısızca bir davranış değildir, kimse bundan alınmamalıdır.

ÅŸeklinde izah etmiÅŸ. Yapılan teÅŸbihe gücenmece, alınmaca olmaz demiÅŸ hani. Bu atasözünün bu anlamı ifade ettiÄŸini düşünmüyorum. DoÄŸrusunun “teÅŸbih(benzetme), öyle bir ÅŸeydir ki benzetilen ile benzeyen arasındaki iliÅŸki yanlış anlaşılmalara, kırgınlıklara, incinmelere sebebiyet verebilir. Bu yüzden teÅŸbih yaparken dikkatli olunması gerekir, hata kaldırmaz” ÅŸeklinde bir anlam olduÄŸunu ve böylece, iddialı olacak galiba ama, galat-ı meÅŸhur olanın Tdk’nın açıklaması olduÄŸunu söylüyorum vesselam : )

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Reklam Kalpazanlığı

PerÅŸembe, 26 Nis 2012 1 yorum

Daha evvel Kitap Ä°simleri diyerekten karaladıklarımda da benzer bir “Ya sabır !” vardı. Mevzu çok da farklı deÄŸil, amaç yine satmak. Reklamlar…Satın almaya teÅŸvik etmekte sorun yok. Ä°nsanın gözünün içine sokacak kadar dikkat çekici ÅŸekle sokmakta da sorun yok. Allamakta pullamakta da. Hatta alenen tahrik bile edebilir. En nihayetinde bu tahrik, ruhsuz ve sığ da olsa “Kör mü gözün alma, gitme, yapma !” ÅŸeklinde bir cevapla karşılanabilir. Amma lakin ki öyle deÄŸil. Yalanın bini bir para arkadaÅŸ. Amaca giden her yolu mübah sayan makyavelist tavrın dibine vurmuÅŸ, otunu çıkarmış durumdalar. Ahlak, adap, dürüstlük hak getire. Yeni kuÅŸak fırlama reklamcıların gavur parası ile beÅŸ para etmeyen bu tavrı insanı üç reklamın ikisinde yerinden hoplatmaya yetiyor.

“Çerçeve yok içindesin” deyip üç boyutlu görüntülerle süslenen “Van Gogh Alive” reklamları tam bir kalpazanlık örneÄŸi. Sergi veya gösteri, neyse bu yapılan ÅŸeyin karşılığı tam olarak, aslında gayet hoÅŸtu, sevilesiydi. Etkileyiciydi hiç bir ÅŸey deÄŸilse. Yalnız reklamlar insanda öyle bir beklenti oluÅŸturuyor ki, hani hakikaten bir üç boyutluluk bekliyorsunuz. Resimdeki sandalyeye oturmuÅŸ adam görüntüsü metroda, metrobüste, internette, televizyonda zihne kazınmış bir kere. Sonra ölümü görüp vereme razı olmanın tam tersi bir etkiyle, bir burukluk, bir tatmin olmamışlık hissi kalıveriyor insanda. Oysa ki ne güzeldi hadise, aldatılmamış, yalan söylenmemiÅŸ olsaydık.

Bir baÅŸka örneÄŸi daha türedi bunun. Åžu metrobüslerde gösterilen “metrobüs” reklamı. Eleman müstakil evinden çıkıp, jipinin başında bekleyen şöförüne şık bir hareketle “kalsın ben almayayım” der ve soluÄŸu metrobüste alır. Bir Ä°stanbul beyefendisi edasıyla ÅŸoföre selam verilir, boÅŸ yerlerden birine oturulup göğüs kasları ÅŸiÅŸirilir. AkÅŸam güneÅŸi de güzele vuruyor ve az sonra BoÄŸaz Köprüsü’nden geçiliyordur. Ä°ÅŸte tam o anda, tam da akÅŸamın mahÅŸeri kalabalığında güç bela kendini metrobüse atmış insanlar olarak, öyle bir arkaya yaslanma, öyle bir konfor duygusu, öyle bir huÅŸu görürüz ki ekranda, o anda reklam filmine edilen küfürler her bir yere yol olur. Hangi ÅŸehir, hangi metrobüs o reklamını yaptığınız ? Hangi küstahlık bu kadar rahat olabilmenizi saÄŸlayan ? Hangi insanlık nasibini almadığınız ? Hangi ahır sekisi Ä°stanbul türküsü çağırdığınız ? Yusuf HayaloÄŸlu’nun “Hangi Ayrılık” ÅŸiirindeki isyanla “Hangi…hangi…” diyerek uzatasım var ama kalsın : ) AkÅŸam canlı izlediÄŸim maça dair her türlü hile hurdayla, ketenpereyle sallayıp duran futbol yorumcularına dediÄŸim gibi; Biz baÅŸka maçı mı izliyoruz arkadaÅŸ ?. Gözümüzün içine baka baka yalan, göz göre göre sahtekarlık, kör göze parmak tanıtım…

GSM operatörlerinin reklamlarındaki gözü şaşı edecek altyazılar, hemen her türlü markanın reklamında belki de yararlanabilen tek adam bırakmayacak kadar kısıt, şart şurt getiren kampanyalar ve sair derken uzayıp gider hadise.

Bu arada, bu gibi reklamlar konusunda dert yanabileceğimiz iki kurum şunlarmış;

Reklam Özdenetim Kurulu

Bilişim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Java’da TimeUnit Kullanımı

Pazartesi, 23 Nis 2012 1 yorum

Yeni farkına varıyorum ki meÄŸer Java’nın 1.5 ile beraber gelmiÅŸ TimeUnit diye bir enum sınıfı varmış. Åžu can sıkıcı, her seferinde tekrar tekrar yapmak zorunda kalabildiÄŸimiz zaman dönüşümü iÅŸlerini üstlenmiÅŸ. Gün, saat, dakika, saniye, milisaniye ve nanosaniye cinsinden zaman birimlerini birbirine dönüştürüveriyor.

Şöyle ki;

package com.selman;

import java.util.concurrent.TimeUnit;

public class TimeUnitTests {
	public static void main(String[] args) throws InterruptedException {
		long baslangic = System.currentTimeMillis();
		Thread.sleep(1300);
		long bitis = System.currentTimeMillis();
		
		//baslangic ile bitis arasindan gecen zamanin milisaniye cinsinden degeri 
		System.out.println(TimeUnit.MILLISECONDS.toMillis(bitis) - TimeUnit.MILLISECONDS.toMillis(baslangic) + " ms");
		//baslangic ile bitis arasindan gecen zamanin saniye cinsinden degeri 
		System.out.println(TimeUnit.MILLISECONDS.toSeconds(bitis) - TimeUnit.MILLISECONDS.toSeconds(baslangic) + " sn");
		
		
		//48 saatin gun cinsinden degeri 
		System.out.println(TimeUnit.DAYS.convert(48, TimeUnit.HOURS) + " gun");

		//10 gunun saat cinsinden degeri 
		System.out.println(TimeUnit.HOURS.convert(10, TimeUnit.DAYS) + " saat");
		
		//3656 saniyenin dakika cinsinden degeri
		System.out.println(TimeUnit.MINUTES.convert(3656, TimeUnit.SECONDS) + " dakika");
	}
}
/*--------*/
//1297 ms
//1 sn
//2 gun
//240 saat
//60 dakika

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Tüketim Aracı Olarak Bilgi

Çarşamba, 18 Nis 2012 Yorum yapılmamış

Ä°nternetin tamamen yaygınlaÅŸması ve sonrasında da bilgiye eriÅŸimin eski kitap, kütüphane, ansiklopedi yıllarına nazaran çok daha kolay ve zahmetsiz hale gelmesiyle baÅŸladı herÅŸey…

Bu durumu tüketme güdüsüne karşı beyaz bayrağı çekişimizin üstünden hayli zaman geçmesi ile üst üste koyunca, ortaya tuhaf durumlar çıkmaya başladı. Başa çıkamadık sanırım bu kadar bilgiyle. Bu kadar elimizin altında olan, gözümüzün önünden geçen, sekmeden sekmeye atlayan ve sekteden sekteye uğrayan, hayatımızın içine ister istemez dahil olan bilgi yumağı ile. Neyi bilmemiz gerektiğini, neyi öğrenmemiz gerektiğini, neyi bilsek de bilmesek de olurun tahlilini dahi yapamaz olduğumuzu sanıyorum.

Tüketime hazır mal muamelesi görüyor bilgi. “Consume obey die” tabirinin bilgiye uyarlanmış hali; Ara, bul, kullan, at.

Kitap özetleri türedi mesela. Yüzlerce sayfalık romanlar hakkında iki göz gezdirme hareketiyle elde edilebilecek kadar bilgi peydah edebiliyoruz artık. Kulak aÅŸinalığı kazanıyoruz az buçuk. SaÄŸda solda, eÅŸ dost meclislerinde, ya da tam olarak üzerine bir iki bir ÅŸeyler karalıyor olduÄŸum bu eÄŸreti yüzeyselliÄŸi aÅŸamayan muhabbet seviyelerinde iki kelam edebilecek kıvraklığa sahip oluyoruz. Bu durum tam olarak aynı anda bilinmesinin hiç bir anlam ifade etmediÄŸi, mümkün olmadığı, mümkün olsa dahi yeterli bilgi ve tecrübe seviyesine ulaşılamayacağı, iÅŸ ilanlarındaki bilmem kaç farklı teknolojiye benziyor. “Biraz ondan biraz bundan, biraz da ÅŸundan bil”.

Bilgi yarışmalarında çıkması muhtemel soru türlerine yönelik “supradyn” kıvamında dökümanlar var elimizin altında. Oscar almış aktörlere, nobele kavuÅŸmuÅŸ bilim adamlarına, bilindik yazarların bilindik kitaplarına, önde gelen felsefe akımlarının yine önde gelen temsilcilerine eriÅŸmemiz bir tık meselesi.

AÅŸağıda da linkini verdiÄŸim haberdeki gibi çocuklarımızı sırf bilgisayar ve interneti kullanabiliyorlar diye çok zeki bir kuÅŸağın habercileri filan sanıyoruz. Hazır cevaplılıklarını, hemen her konuya dair söyleyebildikleri enteresan ve enteresandan da öte bizi ÅŸaşırtan ÅŸeyleri akıllı olduklarına yoruveriyoruz. Oysa ki gözlerinin önünden tonlarca resim, video ve de bir ÅŸeyler(bilgi demeyeceÄŸim) akıp giden bu çocukların, belli girdilere belli çıktılar üreten basit bir bilgisayar programının 5 duyu organına sahip ÅŸeklinin yansıması olabileceÄŸi ihtimalini aklımıza bile getirmiyoruz. Oyunlarına dahi genel kültürcülük sıkıştırıveriyoruz. Geçenlerde bir tanıdıktan duydum. Ä°lkokul 3 e giden çocuÄŸuyla oynadıkları bir kart oyununda çocuÄŸunun genel kültürünün arttığını söyledi. Nasıl yani dedim. Kartlarda iÅŸte coÄŸrafya, tarih, aktüel türünden sorular var dedi. 9 yaşındaki bir çocuk mu dedim. Evet dedi. Ekledi sonra oscar almış oyuncuları, önemli filmleri, kitapları filan da öğreniyor, iyi oluyor, birikim yapmış oluyor dedi. Yutkundum…

Diyeceğim o ki, bilginin kıymeti kendinden menkul artık. Biz seçmiyoruz artık neyi bileceğimizi, okuyacağımızı, öğreneceğimizi. Gözümüzün içine içine sokuluyor. Bilmemiz gerekenlerin, bilirsek iyi olacakların, bilmediğimizde kınanacaklarımızın, bilmem neleri bildiğimizde neler kazanacağımızın kalıpları, sınırları belirlenmiş durumda. Okyanusun orta yerinden akvaryumun içine salıverilmiş balıklar gibiyiz. Vaktiyle deryalardan bihaberdik bilmediklerimizle, şimdi sınırlandırılmış, ölçeklendirilmiş ve yönlendirilmiş bilgi akıntısında akvaryum alimleriyiz.

Söylediklerime benzer şeyler söyleyen, gerçekliği tartışılabilir olsa da bilimsel bir araştırmaya dayanan bir yazı da şurada mevcut.

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Fetih 1453

Pazar, 25 Mar 2012 2 yorum

Yıllardır her sinema muhabbetinde sıra Türk sinemasının henüz el atmadığı Osmanlı tarihine dair meselelere gelindiÄŸinde “Ä°stanbul’un fethini neden çekmez ki bizimkiler” benzerinde sitemlere konu olan Ä°stanbul’un fethi nihayet sinemaya aktarıldı. Sırf adı bile büyük büyük beklentiler meydana getirdi tabi ki. Heyecanlandık filan hani. “Neden olmasın” a geldik.

Ve fakat ki filmi izledikten sonra “neden olsun ki” ye döndüm ben. OturduÄŸum yerden filmi yerden yere vurabilirim. Vurasım da var aslında. Lakin ki en nihayetinde ortaya konmuÅŸ büyük bir emek ve ciddi bir cesaret gerektiren giriÅŸim var. Bende uyandırdığı kötü izlenimlere bu emeÄŸe ve giriÅŸime olan saygımdan dolayı biraz ket vuruyorum. Tabi bir de Türk sinemasına Hollywood sinemasından baÅŸka sinema tanımayan elitist tavırla yaklaÅŸmak istemiyorum hadiseye.

Film Ä°stanbul’un fethi öncesi yapılan askeri ve siyasi hazırlıklar ile baÅŸlayıp, devam edip, fetih ile sonlanıyor. Olay Fatih Sultan Mehmet ve Ulubatlı Hasan üzerinden hikayeleÅŸtirilmiÅŸ. Araya bir de aÅŸk hikayesi serpiÅŸtirilmiÅŸ. Yapım ve hikaye elverdiÄŸi ölçüde savaÅŸ sahneleri var. Zamanın Ä°stanbul’u ve Osmanlı baÅŸkenti Edirne grafik ortamla bayağı bir desteklenmiÅŸ. Ayrıca bütçesine oranla fazlaca ÅŸehir ve tarihi mekan kullanılmış. Oyuncu kadrosu Ulubatlı Hasan karakterini canlandıran oyuncu dışında öyle pek bilindik isimlerden oluÅŸmuyor.

Öncelikle filmin hikayesinde ciddi sıkıntılar olduÄŸunu söyleyeyim. Bir bütünlük oluÅŸturup, film senaryosu haline gelememiÅŸ. Bölük pörçük. Olayın ana akışın saÄŸlanacağı nokta bir türlü bulunanamış gibi. Fatih penceresinden mi, bir Osmanlı yeniçerisi Ulubatlı Hasan( ki bu da efsane olabilir) penceresinden mi, yoksa çağın siyasi oluÅŸumu açısından mı, fethin Ä°slam alemi boyutu açısından mı baktığını ifade edememiÅŸ. Bunun temel sebeplerinden birisi filme Ä°stanbul’un fethi ile ilgili bilinen ne kadar ortak bilgi ve hikaye varsa dahil edilmeye çalışılması diye düşünüyorum. Efendim iÅŸte gemilerin yürütülmesi, fetih öncesi KaramanoÄŸlu BeyliÄŸi ile yaÅŸanan gerginlik, Fatih’in -o tablolara konu olan- olay sırasında bir ara ciddi bir ÅŸekilde öfkelenip atını denize sürmesi, fetih öncesi Rumeli’ye hisar inÅŸa edilmesi, Ulubatlı Hasan’ın sancağı burçlara dikmesi, AkÅŸemsettin’in Eyyub A.S’ın mezarının yerini bulması, lağımcıların fetih sırasında yaÅŸadıkları, Osmanlı ordusunun son saldırı öncesi cemaat halinde kıldığı namaz, fethin baÅŸarısını borçlu olduÄŸu iki büyük top, Fatih’in fetih sonrası ÅŸehre giriÅŸi, yine Ayasofya’ya sığınmış halka hitaben söyledikleri ve sair…Hepsi mevcut filmde. Hani bu yaklaşım biraz ondan, biraz bundan, biraz da ÅŸundan ÅŸeklindeki ne üdüğü belirsiz bir yemek tarifine benziyor. Ä°ÅŸte bu kadar dallanıp budaklanınca, -popülist ve ticari kaygılardan olsa gerek- hepsini barındırmak isteÄŸi taşıyınca hikaye kalmamış ortada. Ordan oraya tam olarak “atlayan” sahnelerin bir araya geliÅŸinden farklı bir ÅŸey çıkmamış ortaya. Bütün bunların üstüne bir de vay efendim o sırada Vatikan, yok Cenova yok Mora derken hepten dağıtmış kendini.

Hiç bir olay bu kadar geniÅŸ yelpaze ile, her detayı kavrar bir halde sinemaya aktarılamaz diye düşünüyorum. Bir karar vermek, kesip biçmek zorunda kalınır illaki. Aklıma gelen en net örnek ÇaÄŸrı filmi. Dönemin bir dolu önemli vakasının filmde adı bile geçmiyordu. Miraç’tan tutun da, daha evvel eÅŸi benzeri görülmemiÅŸ Hendek Savaşı’na kadar. Veyahut da II.Dünya Savaşı’nı Fetih 1453 gibi çekmiÅŸ bir film örneÄŸini bulamazsınız. Her bir II.Dünya Savaşı filmi olayın bir perdesini, bir penceresini, bir dönemini yansıtır. Zaten öbür türlüsünü ya bir belgeselde ya da bir ansiklopedide bulabilirsiniz.

Ayrıca diyaloglardaki sıradanlık ve özensizlik ayan beyan ortada. Hemen her cümlede döneme dair, veya bir olayı izah eder biçimde bilgiler verme durumu fena halde daraltıcı. Hiçbir tadı tuzu yok söylenenlerin. AkÅŸemsettin gibi bir ÅŸahsiyetin söyledikleri dahi, dizi karakterlerinin 90 dakikalık süreye oynamak maksatlı gevelemelerinden öteye geçememiÅŸ. Artık görmekten içimizin geçtiÄŸi bir dolu ÅŸey tekrar edilmiÅŸ filmde. Birinin bilmem hangi sebepten dolayı bilmem neyden koruyacağına inanarak birine kolye verdiÄŸi sahnede gözlerimi kapadım artık…Filmde ikinci bir dil kullanılmaması da enteresan hani. Ä°nsan bari en son Fatih’in Bizans halkına seslendiÄŸi sahnede o halkın dilinin kullanılmasını bekliyor. Cık. Bütün senaryo günümüz Türkçe’si. Tabi bu da bir tercih, olabilir. Ama madem günümüz Türkçesi ise tercihin, neden araya bir kaç eski Türkçe kelime sıkıştırmaya çalışırsın, neden Fatih’in ÅŸair kiÅŸiliÄŸini göstereceÄŸim diye kimsenin tek kelime anlamayacağı bir ÅŸiiri koyarsın, bilinmez…

Filmden sonra epeyce tartışılan tarihi olayların yanlış aksettirilmesi konusuna gelince, eğer bu aksettirmek işi bir yalana veya bir iftiraya dönüşmüyor ve sadece bir hikayenin film haline getirilirken yaşadığı dönüşümlerden birisini yaşıyorsa, sıkıntı yok kanımca. Yoksa elbetteki hemen her tarihi filmde benzer bir sürü hata veya yanlışlık bulunabilir.

Böylesi bir filmin en önemli taraflarından birisi olan savaÅŸ sahneleri için çok da kötü birÅŸey söyleyemeyeceÄŸim. Hiç fena olmamış. Özellikle surlara doÄŸru yapılan iki büyük saldırı sahnesi ve yakın çekim dövüş sahneleri gayet de baÅŸarılı gözüktü gözüme. Arka planda kalan figüranları görmezden gelirsek olmuÅŸ diyebilirim. Bir ara Spartacus’deki kılıç sahnelerini bile anımsattı. Bir de iki büyük topun hazırlanışının anlatıldığı bölüm de oldukça baÅŸarılıydı. Sorun grafik ortamda oluÅŸturulmuÅŸ uzak plan çekimlerin olduÄŸu sahnelerdeydi. Montajda kesin olarak çıkması gerekecek kadar kötü gözüken sahneler. Hele hele Cenova gemisinin batırıldığı ve Bizans imparatorunun Hipodrom’da halka seslendiÄŸi sahne bilgisayar oyunlarındaki en alt seviye grafik ayarlarındaki ahali görüntülerini hatırlattı. Bir de uzak plan Ä°stanbul ve Edirne görüntüleri türünün örneklerinde gördüklerimizin yanına dahi yaklaÅŸamamış. Biz ki Yüzüklerin Efendisi’ndeki Minas Tiriht’i veya Cennetin Krallığındaki Kudüs’ü görmüş kuÅŸaklarız. Bu açıdan ayağını yorganına göre uzatamamış, iddialı olmak isterken komik duruma düşmüş denebilir.

Tam da burada karakterlerle ilgili bir kaç ÅŸey ekleyeyim. Dönemin önemli isimleri Çandarlı Halil ve Bizans’ın elindeki Fatih’in kardeÅŸi Orhan karakteri berbat bir ÅŸekilde iÅŸlenmiÅŸ ve oynanmış. Yakışıksız olmuÅŸ, komik durmuÅŸ. O nasıl basiretsiz ve dirayetsiz bir sadrazam görüntüsüdür, o ne silik ve yanaÅŸma bir Fatih Sultan Mehmet kardeÅŸidir. BaÅŸarılı olduÄŸunu düşündüğüm dövüş sahnelerindeki Ulubatlı Hasan ile Fatih Sultan Mehmet karakterleri. Ä°nandırmışlar, yakışık almışlar.

En nihayetinde bu tür filmler yapım iÅŸidir, bütçe iÅŸidir. Ne kadar ekmek o kadar köfteye denk gelebilir biraz. Ama yine de metin daha eli yüzü düzgün olabilir. Olayın felsefesi daha usturuplu bir ÅŸekilde anlatılabilir. Hikaye ayakta kalabilir. Oyuncu seçimleri daha iyi olabilir. Aslında bu açılardan bakınca MalkaçoÄŸlu’ndan, Kara Murat’dan çok da öteye geçememiÅŸ olduÄŸunu farkettim ÅŸimdi. Yazık olmuÅŸ.

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Sinema Etiketler:

Das Boot ve müzikleri

Cumartesi, 17 Mar 2012 1 yorum

II.Dünya Savaşı filmlerine sardırdım uzun süredir. Ä°zlediÄŸim iki filmden birisi bir II.Dünya Savaşı filmi. Geçen de hemen hemen bütün savaÅŸ filmleri listelerinde tepelerde gördüğüm Das Boot’u izledim. Hani ÅŸu “director’s cut” denilen yönetmenin kendi montajı olan halini. Üç saatten biraz fazlaca. Ki bu üç saat kapalı alan fobisi olanlar için korkulu rüyaya dönüşebilir.

II.Dünya Savaşı sırasında İngiliz savaş ve ticaret gemilerini batırmakla yükümlü bir Alman denizaltısında yaşananlar anlatılıyor. Savaş filmlerine, hele hele II.Dünya Savaşı filmlerine has bir dolu klasiklikten sıyrılmış. Mesela savaşın henüz Almanya aleyhine dönmediği yıllarda Hitler hakkında, Goering hakkında -biraz ihtiyatlı da olsa- ileri geri konuşabilen subayların olduğunu göstermiş. Veya yahudi soykırımı ile ilgili herhangi bir propaganda girişimi yok. İthafta bile bulunmamış. Ya da olmadık kahramanlıklar, olmadık çıkışlar, olmadık komiklikler şakalar yok. Bir savaştaki insan psikolojisinin nasıl olması gerektiğini tahmin ediyorsak öyle. Tamamen insani boyutlarda kalabilmiş, özellikle de mürettebatın ruh halini fena halde gerçek bir şekilde yansıtabilmiş.

Asıl bahsetmek istediÄŸim filmin kendisi ile kusursuz bir ÅŸekilde örtüşen olaÄŸanüstü müzikleri. Hep derim, kimi filmler vardır ki müzikleri filme ortalama beÄŸeni itibariyle en az 1 puan katar. Filmi çivi gibi çakar insanın zihnine. MüziÄŸi ile eÅŸler insan kafasında. Bir kaç örnek vermezsem çatlarım; The Godfather, Star Wars, Amelie, Requiem For a Dream, Last Mohican, Midnight in Paris, Once Upon a Time in America gibi…Sırf müzikleri ile ayakta kalabilen türlere hiç girmeyeyim. Ä°zledikten sonra anladım ki meÄŸer bizim 80 dönemi filmlerde bolca kullanılmış Das Boot müzikleri. Bir kısmı Banu Alkan’lı, Ahu TuÄŸba’lı romantik filmler kuÅŸağını, bir kısmı da hemen her tür filmdeki mafya hesaplaÅŸmalarını, gerilimin arttığı sahneleri hatırlatıyor. Yanlış hatırlamıyorsam Kemal Sunal filmlerinde de kullanıldı bir kısmı. Merak edenler için ÅŸurasını iÅŸaret edeyim.

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Sinema Etiketler:, ,