ArÅŸiv

Yazar ArÅŸivi

Behzat Ç.

Pazar, 19 Haz 2011 Yorum yapılmamış

Kulaktan kulaÄŸa, arkadaÅŸtan arkadaÅŸa derken sanırım ÅŸu anda memleketin en çok izlenen dizilerinden birisi oldu çıktı. Herhangi bir dizi için televizyon başına oturmuyorum uzun zamandır. Denk geldiÄŸim olursa izler haldeydim. Ta ki “Bir Ankara polisiyesi Behzat Ç.” yi kardeÅŸimin dürtmesiyle bir kaç kere izleyene kadar. Karakterlerin bu kadar halkın içinden, halkın aÄŸzıyla ve halkın kelimeleri ile konuÅŸtuÄŸu baÅŸka bir dizi henüz görmedim. Sanki diÄŸer bütün diziler baÅŸka baÅŸka memleketlerde çekiliyormuÅŸ da, oraların hali ahvali anlatılıyormuÅŸ gibi geldi. Bir dizide en önemli ÅŸeydir belki de karakterlerin adam akıllı ve ince ince iÅŸlenip ortaya konması. Bir de iÅŸin polisiye ve gerilim tarafı sıkı örülmüş. Hiç bir sığlık görmedim henüz. DiÄŸer bir ton dizide gördüğümüz hani ÅŸu yoldan çevirip oynatılmış gibi duran figüranlara, bölüm oyuncularına da rastlamadım. DiyeceÄŸim o ki olmuÅŸ, bayağı bir olmuÅŸ. Hele ki “Arka Sokaklar” gibi bir polisiyeyi gördükten sonra “Behzat Ç.” Åžahin’den inip Mercedes’e binmek gibi oldu. Ä°zlenilsin efendim..

Kategoriler:Sinema Etiketler:

Mp3 tag-etiketlerini temizleme

PerÅŸembe, 12 May 2011 3 yorum

Site isimleri, forum kullanıcı adları vesair ÅŸarkıyla alakasız ne kadar bilgi varsa doldurulan mp3 dosyalarındaki etiketlerden gına mı geldi ? Ahan da ufacık tefecik içi dolu turÅŸucuk bir araç. Mümkünse çalıştırdığınızda bütün kutuları tıklayın. Pirüpak olsun mp3’ler. Kullanınız, kullanılsın efendim…

Sigarayı bırakmak…Yoksa ayrılıklar da sevdaya dahil mi ? : )

Salı, 03 May 2011 6 yorum

6 gün oldu. Sigarayı bıraktım mı, ara mı verdim bilmiyorum. Giderek bunun bir ara vermek olduğu düşüncesi hakim oluyor bende. Tamamen sigarasız bir yaşamak şekli tahayyül edebilemiyorum henüz. O kadar işlemiş hayatıma, yaşama şeklime. O kadar çok şeyle, zamanla, vakitle, durumla, hissiyatla ve eylemle ilişkilenmiş meğer. Zaman algısının orta yerine yerleştirmişiz sigarayı. Ve uzun yıllar boyunca böyle bir algı, böyle bir alışkanlık sonrası şimdi düzlemsel bir algıya dönüşmeye başladı zaman. İlerlemesi, habire ilerlemesi gereken, bir nevi Ramazan ayındaki akşam üstleri ile iftar arasındaki o dümdüz, gergin ve tedirgin zaman algısı gibi.

Hep insanın bırakmayı gerçekten isteyebilecek cesarete sahip olduÄŸunda çok rahat bir ÅŸekilde bırakabileceÄŸini savundum. Hakikaten de öyle oldu aslında. Ä°steyebildiÄŸim an bırakabildim. Ve fakat ki mevzunun yüzeysel, sığ sularında yüzebiliyormuÅŸ o düşünceler. Ä°lk kez bırakıyordum sigarayı, derinlere daldım bir kaç gün sonra. Felsefesini yapmaya, yıllardır aramızda nasıl bir iliÅŸki yumağı ördüğümüze filan daldım gittim. Ne bileyim “Sigara bırakılmaz, ara verilir” in hiç de öyle bir kalemde üstü çizilebilecek kadar basit ve ezbere bir tabir olmadığı fikrine filan vardım : ) Ne fiziksel olarak nikotin bağımlılığı, ne dudak tiryakiliÄŸi, ne sigaranın yerini neyle doldursak arayışları. Tırı vırı. Ya da yemek sonrası iç gıdıklanması, çayın tek başına kalışı filan…DeÄŸil, bunlar da deÄŸil. Mevzu daha derin. YaÅŸama algısı, hissetme duyusu ile doÄŸrudan doÄŸruya baÄŸlamışız sigarayı. Her daim, her duygu ve ruh halinde bir ufacık sevinç, bir küçük keyif, bir sade uzaklaÅŸma, baÅŸkalaÅŸma vaadeden, böylesi bir alışkanlıktan tamamen uzaklaÅŸmayı kolayca göze alamazmış insan. Böyle bir birliktelik kolayca bitmezmiÅŸ meÄŸer. Ve meÄŸer sigarayı hayatından tamamen çıkarma düşüncesi ayrı bir stres verdiÄŸi, bu fikre katlanamadığı için günde iki üç sigara ile mevzuyu geçici de olsa bir mutabakata vardırmış gibi görünen kuzen benden bir adım öndeymiÅŸ.

Atilla İlhan güzel demiş arkadaş, ayrılıklar da sevdaya dahil : )

Kategoriler:Edebiyat Etiketler:

Saklı Hayatlar

Pazar, 24 Nis 2011 Yorum yapılmamış

Son zamanlarda izlediğim en farklı filmlerden biriydi. Çok az işlenmiş bir konuyu irdelemesi ve deşmesi açısından, toplumdaki farklılıkları, bu farklılıkları algılayış, kökleştiriş biçimimizi sorgulaması açısından gayet de başarılı. Alevi-sunni farklılaşmasını önyargıların penceresinden sunmuş. Hasır altı edilen konuları eşelemiş.

Her ne kadar mevzuyu yine bir aÅŸk iliÅŸkisi ekseninde iÅŸleme geyiÄŸinden kurtulamamış ve oyunculuklarda baba karakteri (Ahmet Mümtaz Taylan imiÅŸ kendisi) dışında pek bir inandırıcılık hissettirememiÅŸ olsa da film “olmuÅŸ” zannımca. Bu gibi konuların iÅŸlenir, filmlere konu olur hale gelmesi de sevindirici ayrıyetten. Ä°zleyiniz efendim…

Kategoriler:Sinema Etiketler:

Türkçe konuşamama !

Cumartesi, 12 Åžub 2011 1 yorum

O kadar çok abuk sabuk kelime duyar oldum ki son zamanlarda birşeyler karalamadan edemedim.

Kimsenin Türkçe konusunda bütün yabancı dillerdeki kelimeleri karşılar gibi iddiası yok. En azından ben duymadım böyle bir iddia. Veya gerçekten teknik bir tabirdir mevzu bahis olan kelime ve Türkçe’ye dahil olması da gerekmiyordur, o zaman da kullanırsın bu tip kelimeleri, eyvallah. Ama mevzu bu deÄŸil. Öyle kelimeler cümle içlerine serpiÅŸtirilir, öyle özensiz ve dikkatsiz kullanılır hale geldi ki ipin ucu kaçtı kaçacak gibi hissediyorum. Hani diyeceÄŸim o ki mevzu alışmak deÄŸil, kanıksar hale geliyoruz gibi.

Ä°nsanın konuÅŸtuÄŸu dil için emek sarfetmesi, az da olsa mücadele ediyor olması gerekir. YozlaÅŸmaması adına, biraz Ä°ngilizce biraz Fransızca biraz da ucuz yollu ukalalık ile bir laf salatasına dönüşmemesi adına gayretkeÅŸ olması gerekir. Dilin ne kadar önemli olduÄŸuna dair herhalde küçük bir Google araÅŸtırması ile onlarca hikmetli söz de bulunabilir. Aslolan gayret göstermektir. Öyle kelimeler, ifadeler vardır ki mesela anlarsın ki adam Türkçe dili dahilinde bir yerlere oturtmaya, bir karşılık bulup onu kullanmaya çalışıyordur. Kelimeleri tereddüt içindedir. Belli olur bu. “Spesifik” demez de örneÄŸin belirli, hususi filan der. “Spektaküler” demez harikulade, olaÄŸanüstü filan der ya da. “Case” demez de durum, ÅŸart, koÅŸul der. Yakıştırmaya çalışır hani. Anlarsın ki adam ipin ucunu kaçırmamaya çalışıyordur. Buna benzer bir dolu örnek yaşıyoruzdur hepimiz gündelik hayatın içinde. Ä°syanım tam olarak yukarıdaki örneklerde olduÄŸu gibi çok bir düşünme, debelenme süreci geçirmeden bir karşılığının bulunabileceÄŸi kelimeler için. Neden onları tercih etmiyoruza, neden bir çırpıda aÄŸzımızdan çıkarıveriyoruz o kelimeleri kısmına takılıyorum. Teknik bir mevzuya hakimiyet belirtisi sanıyoruz çoÄŸu kere. Veya çoÄŸu kere biraz genel kültür, hafif entellektüel hava serpiÅŸtirdiÄŸimizi sanıyoruz cümlelerimiz içine. Ve dile sahip çıkmak, dilin ve gündelik hayatın sözcük daÄŸarcağını geniÅŸ tutmak daha zahmetli gözüküyor gibi.

Yine de “feedback” demek “geribildirim” demekten ne kadar daha kolay ola ki ? Veya “restart etmek” demek “yeniden baÅŸlatmak” demekten, “publish etmek” demek “yayımlamak” demekten, “trend” demek “eÄŸilim” demekten… Sıkılmadan yazmaya devam ediyorum… “Dedicate etmek” demek “tahsis etmek” demekten, “full-time” demek “tam zamanlı” demekten, “absürd” demek “saçma” demekten. “ekstrem” demek “aşırı, uç” demekten, “empoze etmek” demek “dayatmak” demekten, “driver” demek “sürücü” demekten, “pesimist” demek “karamsar” demekten, “online” demek “çevrimiçi” demekten, “know-how” demek “birikim, yönetim bilgisi” demekten, “konsensüs” demekten “uzlaÅŸma” demekten, “realize etmek” demek “gerçekleÅŸtirmek” demekten ne kadar daha kolay ola ki ? Sıkılmadan yazmaya devam ediyorum… “Komünikasyon” demek “iletiÅŸim” demekten, “spontane” demek “kendiliÄŸinden” demekten, “print etmek” demek “yazdırmak” demekten, “cv” demek “özgeçmiÅŸ” demekten, “jenerasyon” demek “kuÅŸak, nesil” demekten, “deklare etmek” demek “bildirmek” demekten, “relaks olmak” demek “rahat olmak” demekten, “okey” demek “tamam” demekten, “check etmek” demek “kontrol etmek, denetlemek” demekten ne kadar daha kolay ola ki ? Sıkılmadan yazmaya devam ediyorum… “Bodyguard” demek “koruma” demekten, “dizayn” demek “tasarım” demekten, “ekstra” demek “fazladan” demekten, “prezentasyon” demek “sunum” demekten, “revize etmek” demek “gözden geçirmek, yenilemek,” demekten, “partner” demek “eÅŸ” demekten, “ambiyans” demek “hava, ortam” demekten, “laptop” demek “dizüstü” demekten, “okeylemek” demek “onaylamak” demekten, “elimine etmek” demek “elemek” demekten, “timing” demek “zamanlama” demekten , “illegal” demek “yasadışı” demekten, “legal” demek “yasal” demekten ne kadar kolay ola ki ?

Sonra oturur sızlanır, serzeniriz birbirimizi anlayamadığımızdan, yok efendim iletişim kuramadığımızdan, vay efendim aynı dili konuşamadığımızdan. E konuşmuyoruz ki zaten arkadaş ! Ucube cümleler, hilkat garibesi tabirler cirit atıyor ortalıkta. Olayı çığırından çıkardık çıkarıyoruz. Belki henüz demir ağlarla öremedik anayurdu dört baştan ama dilin içine ettik ediyoruz, fitilleri dibine dibine yerleştirdik yerleştiriyoruz.

Mevzunun bir baÅŸka boyutu var ki içler açısı. Ä°ngilizcede sonu “tion” ile biten ve düzgün bir karşılık bulamadığımız her kelime için sonu “siyon” ile biten kelimeler uyduruveriyoruz. En uç örneÄŸini “transaction” kelimesini “transaksiyon” ÅŸeklinde bir derginin kapağında gördüm. “Yok artık Ronaldinho!” dedim ben de sizin ÅŸu an dediÄŸiniz gibi. “Innovation” kelimesine “inovasyon” dediÄŸimizi, “application” kelimesi için “uygulama” gibi birebir örtüşen, hani “cuk oturan” bir karşılık olduÄŸu halde “aplikasyon” dediÄŸimizi ve bunun gibi bir dolusunu biliyordum ama bu artık son noktaydı sanırım. Allah beterlerinden saklasın. “Teknik yazıyoruz arkadaÅŸ, yapacak bir ÅŸey yok” gibi bir mazareti bu gibi kelimeleri uyduran arkadaÅŸlar sadece kendilerine anlatabilirler. Ya da şöyle serzeniÅŸler çok duyarız ; “Türkçede tam olarak bir karşılığı yok ki ama”. Nereye yok ? Nasıl yok ? Hangi lügata göre ? Senin 100 kelimeyi aÅŸmayan lügatına göre mi ? Yoksa deyim, terim ve ad olmak üzere toplam 616.767 kayıt barındıran Büyük Türkçe Sözlük’e göre mi ? Ki zaten o kelimelerin tam olarak karşılığı bu ÅŸekilde düşündüğümüz için yok ki. Sanıyoruz ki “abi know-how nere , yönetim bilgisi nere, çok farklı ÅŸeyler”. Hayır iÅŸte. Tam da buna hayır. Sen kullanmadığın için öyle sanıyorsun. Vaktiyle komputer komputer diye ortalıklarda dolaÅŸan abilerimize “bilgisayar” kelimesi türetildiÄŸi vakit sorsaydık onlar da “bilgi saymak mı ? ne alaka abi, computer nere bilgisayar nere” derlerdi heralde. O kadar ÅŸartlamışız ki kendimizi “specific” in tam olarak bir karÅŸlığı olmadığına, birileri “özel, belli, belirli, hususi, muayyen, ayrışık iÅŸte abi, duruma göre dilediÄŸini kullan” deyince sanki “tamam iÅŸte Türkçe’de karşılığı yok” tezi destek buluyormuÅŸ sanıyoruz.

Aslında durum sanılanın tam aksine. Türkçede o kadar çok karşılık var ki “specific” için. Yani “specific” e “spesifik” çok kelimemiz var. Bir dolu farklı durum için ilgili karşılığın kullanılması gerekiyor. Yerine, duruma ve derecesine göre. Oysa ki seçmemek daha kolay olanı. Ayırdetmeyi gerektirmiyor bir kere. Her bir farklı kelimenin manasını bilmek de gerektirmiyor. Dolayısıyla Türkçe’ de “özel, belli, belirli, hususi, muayyen, ayrışık” kelimelerinden birinin kullanıldığı heryere ÅŸak diye yapıştırıveriyoruz “specific” i. DediÄŸim gibi durum sanılanın tam aksine…

Türkçe üzerine yazılacak daha çok mevzu var. Tabelalardan, marka isimlerinden tut da, cahilce, aÅŸağılık kompleksi dolu ve çocukça “Türkilizce” uydurmalarımıza kadar. Yazarım elbet…

Hür Adam

Cumartesi, 29 Oca 2011 1 yorum

Hür Adam

Merakla bekliyordum nasıl bir film oldu acaba diye. Geçen hafta izleyebildim. Ä°zlediÄŸim en kötü biyografi hatta biyografi daraltmasını da kaldır gitsin, en kötü filmlerden birisiydi. Bu kadar sığ, bu kadar yavan ve düz bir anlatım daha olamaz. Bir Ä°slâm aliminin, Ä°slâm alimliÄŸinden de öte yaÅŸadığı yüzyılın en büyük Ä°slâm alimlerinden biri olarak kabul edilen bir dava adamının hayatına nasıl olup da bu kadar sığ yaklaÅŸabilmiÅŸ arkadaÅŸlar bilemiyorum. Ayrı bir maharet söz konusu, farklı bir zeka türü. Hakkında hiçbirÅŸey bilmeyip de saÄŸdan soldan duydukları ile Said Nursi’yi bilenlerin bildikleri tekrarlanıp durmuÅŸ temcit pilavı tadında. Hemen hemen bütün diyaloglar tekrar eden sözlerden ibaret, hiçbir oyunculuk vasata bile yanaÅŸamamış. Zaten ne olduÄŸu belli olmayan darmadağınık senaryo, filme normal bir akış bile saÄŸlayamayınca, film içinde ileri-geri tarihlere doÄŸru gidip gelmelerle tamamen zıvanadan çıkmış. Bozuk plak gibi kendini tekrar etmiÅŸ durmuÅŸ. Komik senaryo, cidden komik. DaÄŸ, bayır, nehir, ova derken araya da fon müziÄŸi eÅŸliÄŸinde söylenen iki hikmetli söz serpiÅŸtirdik mi ordan alır yürürüz gibilerinden bir havası var.

Said Nursi karakterini dümdüz bir bakış açısı ve yüzeysellikten de öte bir ÅŸekilde ele alınca, onun hayatındaki yakınlarından herhangi bir karakter de saÄŸlamca iÅŸlenememiÅŸ oluyor haliyle. Bir biyografi filmi için bundan daha kötüsü olamaz. Kaldı ki bu kadar büyük kitleleri peÅŸinden sürükleyebilmiÅŸ ve hala da etkisini devam ettiren bir adamın hayatında daha derin, daha dik hatıraları, hikayeleri, söylemleri vardır deÄŸil mi. Onlardan sunmaya çalış biraz, o felsefeyi, o yaÅŸama ÅŸeklini irdele biraz. Cık, o da yok, teÄŸet bile geçememiÅŸ. Ä°zleyicinin gözüne gözüne sokup durmuÅŸ o basit iyilik meleÄŸi tasvirlerini. Bir gez gel arkadaÅŸ…

Bir de yeni bir moda daha türedi sinemamızda. Ãœlke gündemine konu olan bir fikir, bir dava filme konu edildiÄŸinde herkese nazar boncuÄŸu takmalar, kimseyi incitmemeye çalışmalar, konuya taraf her kesime ne ÅŸiÅŸ yansın ne kebap türünden “aman sen de iyisin, onlar da iyi, biz de iyiyiz” demeler filan sıktı artık. Mahsun Kırmızıgül yapmıştı bunu “GüneÅŸi Gördüm” de. Sonra bir daha yaptı “Newyork’ta BeÅŸ Minare” ile. Aynı tavır bu filmde de mevcut. Baydı, bunalttı, kabak tadı verdi arkadaÅŸ, bir net olun yahu. Derdiniz neyse onu anlatın. Yoksa film çekmeyin zaten.

Filmin sonuna doÄŸru iyice daralmışken bir de kelalaka bir yerde yönetmenin kendini filme dahil ediÅŸini görünce salonu terketmek kaldı geriye…

Kategoriler:Sinema Etiketler:

String.substring() ilginçliği

Salı, 25 Oca 2011 Yorum yapılmamış

Benim de geçenlerde şuradaki bir blog yazısından öğrendiğim String sınıfının substring() metodu ile ilgili ilginç bir durumdan bahsedeyim. Yazacaklarımın çoğu çeviri değerinde.

String a = “abcdefgh”;
a = a.substring(0,3);

şeklinde bir kod ile başlangıçta oluşturduğumuz String tipinde a nesnesinin ilk 3 karakterini ayrıştırıp yine kendisine atamış oluyoruz. Oluşan nesne yeni bir String nesnesidir. Çünkü String değişmez(immutable) bir tiptir. Bir kez oluşturulduktan sonra değişmezler yani. Integer, Double gibi ilkel tipleri sarmalayan tipler de öyledirler.

String nesnesinde;

value; char[] tipinde bir deÄŸiÅŸken. String nesnesinde bulunan karakterleri tutuyor.
count;int tipinde bir değişken. String nesnesinde bulunan karakter sayısını tutuyor.
offset;int tipinde bir deÄŸiÅŸken. String nesnesinin ilk karakterinin indeksini tutuyor.

ÅŸeklinde 3 alan bulunuyor.

substring() iÅŸlemi ile char[] dizisi (value) yeni oluÅŸan String nesnesine doÄŸrudan kopyalanıyor. Fakat count ve offset alanlarına uygun karşılıkları atanıyor. Dolayısıyla a nesnesini System.out.print(a); ÅŸeklinde konsola yazdıracak olursak “abc” deÄŸerlerini görüyoruz. Garip olan ÅŸu ki Reflection ile a nesnesinin sahip olduÄŸu karakter dizisine ulaÅŸtığımızda gördüğümüz deÄŸer “abcdefgh”. (Reflection ile nasıl nesnenin gerçek “value” deÄŸerini gördüğümüzün çok önemi olmadığı için kod örneÄŸini yazmaya gerek yok hani). Buradan oluÅŸan yeni String nesnesinin count ve offset deÄŸerleri farklı olsa da karakter dizisinin birebir kopya olduÄŸunu anlıyoruz. Örnek koda ÅŸuradan bakılabilir.

Bu durum hafıza kullanımında gereksiz şişmelere yol açabiliyor. Özellikle de sık sık substring() metotu ile büyük String nesneleri ayrıştıran bir işlem varsa. Yeri gelmişken bir String nesnesinin hafızada ne kadar yer kapladığını da şu şekilde hesaplıyoruz.

Yukarıda bahsettiÄŸimiz int tipinde count ve offset deÄŸiÅŸkenlere ilave olarak bir de hashCode için int tipinde bir deÄŸiÅŸken tutuluyor. Bu 3 int tipindeki deÄŸiÅŸken 4’er baytdan 12 bayt, nesnenin “object header” denen kimlik bilgisi de 8 bayt yer kaplıyor. BoÅŸ karakter dizisi olan char[] deÄŸiÅŸkeni de 8 bayt karater dizisi, 4 bayt dizinin uzunluÄŸunu tutmak için bulunan deÄŸiÅŸken, ve 4 bayt da toplamda 16’nın 12’ye en yakın katı olan 16’ya tamamlamak için olmak üzere; 16 bayt yer kaplıyor. 12+8+16=36’yı da bir sonraki 8’in katı olan 40’a tamamlıyoruz. Bu da boÅŸ bir String nesnesinin 40 bayt yer kapladığını gösteriyor.

Kabaca şöyle bir formül çıkıyor;
– String nesnesinde bulunan karakter sayısını iki ile çarp,
– 38 ekle,
– Sonuç 8’in katı bir sayı deÄŸilse sonraki ilk 8’in katı olan sayıya yuvarla

20 karakter içeren bir String nesnesi;
20*2 = 40,
40+38=78,
78’i de 8’in sonraki ilk katına tamamlarsak ->80 bayt yer kaplıyor

Mevzuya dönecek olursak bu gibi hafıza şişmelerini engellemek için substring() metodundan dönen String nesnesini yine bir String nesnesinin yapılandırıcısına parametre olarak geçiyoruz.

String a = new String(a.substring(0,3));

Bu arada aynı durum String sınıfının trim() metodu için de geçerli. Farkında olmaya değer bir ilginçlik.