Önceleri pek laf kondurmazdım takım tutkusuna. Futbolu lümpen bağımlılığı olarak görenleri pek bi züppe bulurdum. Afyonlardan bir afyon daha diyenler de vardı bu züppeler arasında. Hiç entellektüel deÄŸildi futbol, zihin filan açmıyordu, düşüncelere gark etmiyordu, bir ideolojisi filan da yoktu. Öyle bir maç izleyip de hayatınızın deÄŸiÅŸtiÄŸi de olmuyordu. Bir takıma, bir renk ikilisine bu kadar baÄŸlanmayı, bu kadar sevmeyi pek de matah bir ÅŸey olarak görmeyenlere dilim döndüğünce anlatmaya çalışırdım, hep bir ağızdan bir ÅŸeyi sevdiÄŸini haykırmanın, hiçbir siyasi, etnik, kültürel, dinsel fark gözetmeden bir ÅŸeyi beraberce sevmenin ne kadar romantik, ne kadar ÅŸiirsel bir ÅŸey olduÄŸunu. Bir ÅŸeyi karşılık beklemeden sevmenin örneÄŸi dendiÄŸinde ahan da takım sevgisi size derdim. Saf bir sevgiydi gözümde bir takımı sevmek. Sakaryaspor’u, Boluspor’u, Adana Demirspor’u, GençlerbirliÄŸi’ni, Karşıyaka’yı, Göztepe’yi, BeÅŸiktaÅŸ’ı, Fenerbahçe’yi, Galatasaray’ı sevmek. Sevinmek için sevmenin olmadığı yerdi orası. Hesabı kitabı yoktu bu iÅŸin. Ne üstüste üç galibiyet alınca artıyordu sevginiz, ne de ezeli rakibinizden esaslı bir fark yiyince azalıyordu.
Hem severken bozmazdık, üzmezdik de. Zararımız yoktu kimselere. Sporcunun da ahlaklısını severdik. Åžahsiyet meziyet ayrımında ÅŸahsiyetti tercihimiz. “Filancayı hiç sevmem, o.ç’nun önde gideni, ama iyi topçu” demezdik. Türlü hile ve hurdayı, ahlaksızlığı ve çirkinliÄŸi “profesyonellik çerçevesinde yapılan” hareketler olarak deÄŸerlendirmezdik. Vurmadan kırmadan parçalamadan kazansak iyi olurdu, ama kazanmasak da olurdu. Ä°lla da endüstriyel olacaksa, bizim “endüstriyel futbolumuz” işçinin hakkını vermeliydi, ihaleye fesat karıştırmamalıydı, çevreyi kirletmemeliydi, kirli atıklarını en yakın dereye boÅŸaltmamalıydı, dereyi de sevmeliydi, balıkları da.
Sonra ne olduysa oldu…Trafikte beÅŸ saniye önce türlü küfürler savurduÄŸu adamın yaptığının aynısını yapmak için aradan iki dakika bile geçmesine gerek olmayan yıllara gelmiÅŸtik…Tam olarak hangi yıllara tekabül eder futbolun bu kadar çirkinliÄŸi barındırır hale gelmesi bilmiyorum. Ä°lk taşı kim attı, ilk kurÅŸunu kim sıktı bilmiyorum. Ne olursa olsun sevmekten, ne olursa olsun kazanmaya doÄŸru ne zaman evriliverdi mevzu bilmiyorum. Lakin durduramadık. Geri döndüremedik. Gitme kal diyemedik. Her göz yumuÅŸumuz, her “bu sefer de böyle kazanalım” deyiÅŸimiz, her haksız kazanca seyirci kalışımız, her hakemi aldatışımız, her tribünlere oynayışımız, her maç öncesi ve sonrası açıklamamız, her canlı yayın ve spikerimiz, her köşe yazarımız ve köşe yazımız, her yöneticimiz ve baÅŸkanımız, her tezahüratımız ve her ıslığımız, her sevinmekten çok meydan okur halimiz, her üzülmekten çok isyan eder halimiz ile koca bir bardaÄŸa damlalar damlattık. Bardağı doldurduk, taşırdık.
Lanetlerden lanet okuduÄŸum bir Ä°nönü gecesiydi. BeÅŸiktaÅŸ… Hani ÅŸu halkın takımı olan, hani diÄŸer büyüklere büyüklük taslamayan, mütevazı bir duruÅŸa sahip olmayı büyük olmaya yeÄŸleyen, hani ÅŸu ÅŸampiyonluÄŸun averaj hesabına kaldığı son hafta, rakibi hiç bir ar duygusuna kapılmadan 8 tane atarken, kendi maçını güç bela 3-1 kazanan, hani ÅŸu ÅŸerefli ikinciliklerin takımı, hani ÅŸu centilmenler centilmeni, beyefendiler beyefendisi, rakip takımla aynı uçaktayken sevinç kutlaması yapmaktan imtina eden adam Süleyman Seba’nın onursal baÅŸkan olduÄŸu, taraftarının akla ilk gelen özelliÄŸi vefa olan, yaÄŸmurlu bir günde aşık olunan BeÅŸiktaÅŸ. Kazanmak adına bu kadar aleni bir ÅŸekilde ÅŸirretleÅŸen ve çirkefe bulanan bir takımı bütün bir tribünün yer yer alkışladığını, çoÄŸu kere sükut ettiÄŸini görmekti sanırım bardağı taşıran damla. O toz pembe, o destansı takım tutkusu bir karton aslan, bir yazılmış tarih, bir uydurulmuÅŸ efsane gibi geldi gözüme birden. Aldığı küçücük bir darbe sonucu veya belki aslında hiç olmayan o darbe sonucu yerde yatıyordu, o güzeller güzeli çubuklu siyah beyaz formayı sırtında taşıyan bir BeÅŸiktaÅŸ’lı futbolcu. Rakibin hakkına tecavüz eden ve rakibe saygıdan nasibini almamış, hakemi ve tribünleri aldatma çabası ile yerde kıvranan o adama tek tepki olmadığı gibi, bu davranış “profesyonelce” görünüyordu çoÄŸunluÄŸa. Hatta o yerde yeten adama iki çift laf eden bana, yerimin rakip tribünler olduÄŸunu filan söylüyordu bir grup. Anlamıştım nihayet. Artık bir kazanış biçimi, bir üstün gelme biçimiydi bu. Ne olursa olsun kazanış biçimi. Ne olursa olsun baÅŸarış biçimi. Atıklarını en yakın dereye boÅŸaltan, kârdan baÅŸka amaç ve ideal taşımayan halka açık bir ÅŸirket gibiydik. Hepimiz ortaktık. Derenin de canı cehennemeydi, balıkların da…
Hiç bu kadar takım sevgisinin aslında haketmediÄŸi kadar efsaneleÅŸtirildiÄŸini düşünmemiÅŸtim. Hiç bu kadar neresinden tutsan elde kalır bir hale de gelmemiÅŸti futbol. Her daim savunulacak bir taraf bırakırdı bize. Sığınıverirdik o güzelliÄŸe. Artık yok. Kalmadı. Beceremedik sevmeyi. Derenin de canı cehenneme balıkların da…
Son Yorumlar