ArÅŸiv

Yazar ArÅŸivi

Tepenin Ardı

Çarşamba, 26 Ara 2012 4 yorum

Tepenin Ardı


Uzun zamandır bir Türk filmini bu kadar sevmediğimi söyleyerek, yekten fikrimi belirteyim. Çok fazla salonda gösterimi yok filmin, çok da uzun süre vizyonda kalsın sanmam. Tam arada kaynamaya müsait filmlerden. Uluslararası film festivallerinde topladığı bir dolu ödüle binaen gidelim dedik. İyi de ettik.

Anadolunun ücra bir köşesindeki çiftlikte yaşanan bir aile dramı anlatılıyor filmde. Filmin çekildiği yerler o kadar kuş uçmaz kervan göçmez yerler ki tipik bir Amerikan western filmi canlanıyor insanın gözünde. Yanlış duymadıysam filmin son sahnesi haricinde bir müzik de kullanılmamış. Duyulan daha çok rüzgar uğultusu, ağaç hışırtısı, dere şırıltısı, ateş çıtırtısı. Aslında bu durum olaylara hemen yanıbaşınızda olup bitiyormuş hissi de vermiyor değil. Gerçekliğini arttırmış filan denilebilir. Lakin zaman zaman dramdan çok psikolojik gerilimi andıran bir senaryosu olduğundan, uygun bir müzik daha kalıcı, baskın bir etki bırakabilirmiş gibi geldi.

Otoriter bir dede, melankolik bir baba, askerlik sonrası psikolojik sorunlarıyla boÄŸuÅŸan bir genç, meraklı toy bir çocuk, münzevi bir çoban ve güvenilir, halim selim bir kahya. Ve obalılar ile ovalılar arasındaki, o Anadolunun en bilindik kavga konusu; davar sürüsü-ekin tarlası anlaÅŸmazlığı…Derken olaylar geliÅŸir…Hiç eÄŸip bükmeden, çizgisinden sapmadan, ama soÄŸuk bir minimalist tavra da bürünmeden (tam da yeri gelmiÅŸken Nuri Bilge Ceylan’a iliÅŸtirmiyorum bu kez), dolaylamak ile dolaylamamak arasında çok iyi bir yere konumlanarak hikayesini anlatan, derdini sinema dilinde güzelce dillendiren bir film çıkar ortaya. OlmuÅŸtur kanaatimce.

Film aslında Anadolu’daki yerel bir hikayeden yola çıkarak Türkiye’ye ve daha da ötesi bütün Dünya’ya dair hakikatli bir mesaja ulaşıyor; “Hep bir düşman vardır!”. Daha da geniÅŸletecek olursak, ortak bir düşman her zaman bulunur, ve ona karşı birleÅŸmek çoÄŸu kere suça ortak olanların lehinedir. Bu haliyle aslında çok evrensel bir durumu iÅŸaret ediyor film. Ve fakat ki, son sahne ve o sahnede çalınan müzik filmi bu evrensellikten koparıp Türkiye baÄŸlamıyla sınırlandırıyor. SöylenegeldiÄŸi yöreye, topraklara ait öğeler çoÄŸaldığında atasözlerinin veya deyimlerin baÄŸlamının kısıtlı kalması ile, motamot çevirilse bile bir Fransız’ın anlayacağı türden bir söz arasıdaki evrensellik farkı gibi. “Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmazmış” ile “Damlaya damlaya göl olur” farkı gibi.

Filmle ilgili tek sıkıntı Türkiye baÄŸlamında iÅŸaret ettiÄŸi simgesel anlatımı, bahsettiÄŸim o son sahnede gözümüze sokar gibi üzerine bastırması. Filmin bu mesajına çok katılmasam da, fikrini iyi ifade etmiÅŸ, en azından evrensel boyutta düşünülebilecek olanı. Filmle ilgili ÅŸuradaki bir yazıda denildiÄŸi üzere “Is it just us, or does this sound a little too similar to what’s happening back home?” gibi…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Eclipse – Customize View

Çarşamba, 12 Ara 2012 Yorum yapılmamış

Eclipse’te yüklü eklenti sayısı arttıkça kalabalıklaşıp, göz tırmalar hale gelen iki durumdan kurtulmanın yönteminden bahsedeyim.

Birincisi üst menüdeki buton kalabalığı. Windows->Customize Perspective menüsünden Tool Bar Visibility sekmesinden aktif olarak kullanılan butonlar seçilip, sadece bu butonların görünmesi sağlanabiliyor.

Ä°kincisi de saÄŸ tık menülerindeki seçenek kalabalığı. Yine aynı ÅŸekilde Windows->Customize Perspective menüsünün Menu Visibility sekmesinden menülerde hangi öğelerin gösterileceÄŸi seçilebiliyor. Mesela projedeki bir klasör üzerinde saÄŸ tık yapıp “New” denildiÄŸinde on yüz bin milyon dosya türü gelmesin istenilebilir gayet insani bir tavırla. Bunun için File->New seçeneÄŸinden istenenler seçilerek daha sade bir menü oluÅŸturulabilir.

eclipse-customize-perspective-menu-toolbar

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Hibernate Blob Tipi – Criteria API Example uyuÅŸmazlığı

Pazartesi, 10 Ara 2012 Yorum yapılmamış

Geçenlerde epeyce vaktimi alan bir hatayı nasıl çözdüğümüzden bahsedeyim. Olur da benzer bir hata ile cebelleşen birileri arar da denk gelir. Üşenme yaz, kullanıcı bilmezse Google bilir.

Bütün mesele bir dosyayı veritabanında BLOB olarak tanımlanmış bir kolona yazmaktı aslında. Dosya içeriğini byte[] tipinde değil de, java.sql.Blob tipinde tanımlamak gerektiğini öğrendim bu arada, aksi durumda eşlemede tip uyuşmazlığı hatası alınıyor.

Entity sınıfı : File.java

...
private Blob fileContent;
//private byte[] fileContent; 
...

Hibernate eşleme(mapping) dosyası : File.cfg.xml

...
<property name="fileContent" type="blob" column="FILE_CONTENT" />
...

(Hibernate Annotation ile aynı hata oluşuyor mu bilmiyorum bu arada)

şeklinde eşledim dosyanın içeriğini. Fakat testleri çalıştırdığımda

java.sql.SQLSyntaxErrorException: ORA-00932:
inconsistent datatypes: expected – got BLOB

ÅŸeklinde bir hata ile karşılaÅŸtım. Uzunca bir süre debelendikten sonra, basit bir hibernate projesi oluÅŸturup, önce en güncel hibernate kütüphaneleri ile sonra da 3.6 sürümü kütüphaneleri ile test ettim. Herhangi bir sorun olmadan yukarıdaki eÅŸlemelerle dosyayı kaydedebildim. Forumlarda benzer bir sorunla karşılaÅŸmış olanların belirttiÄŸi hibernate.cfg.xml‘de çeÅŸitli ayar deÄŸiÅŸiklikleri yapmak, hibernate ve bağımlı olduÄŸu kütüphanelerin sürümlerini incelemek, debug loglarını satır satır incelemek ve sair derken uzunca bir maratondan sonra oyunun sonunu getirdik, prensesi kurtardık.

Sorunun kaynağı Blob tipi bir alana sahip sınıf için Hibernate Criteria API’nin Example yapısı ile arama yapmak imiÅŸ. Böyle bir durumda yukarıdaki gibi bir tip uyuÅŸmazlığı hatası alınıyor. Çözüm olarak ilk akla gelen Blob tipindeki alanı excludeProperty olarak belirtip, kriter listesinin dışında bırakmaktı tabi ki.

...
File file = new File();
file.setName("XFile");
...
//set other file properties
...
//Create an example to search for
Example example = Example.create(file)
//but exclude the property named "fileContent"
                  .excludeProperty("fileContent");  

List<File> results = session.createCriteria(File.class).add(example).list();
...

Muhtemelen benzer hatayı Clob tipi için de verecektir. Akıllarda buluna, gaflete düşülmeye…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Eylül

Çarşamba, 28 Kas 2012 Yorum yapılmamış

İlk defa bir kitap hakkında yazıyorum. Yazmalıydım ama.

AÅŸkın bütün hallerini, sırlarını, tereddütlerini, çıkmazlarını ve açmazlarını, sevinçlerini, coÅŸkularını, umutlarını, melankolisini ve ızdıraplarını olabildiÄŸince çıplak ÅŸekilde ifade eden bir manifestodur gözümde Eylül. Kitabın tanıtım yazısında da söylediÄŸi üzere Mehmet Rauf‘a tek başına şöhret saÄŸlayan, üstadım dediÄŸi Halit Ziya’ya atfettiÄŸi eseri.

Olaylardan çok karakterlerin iç dünyalarının dillendirildiÄŸi, duyguların hakim olduÄŸu, derin ve uzun halet-i ruhiye tahlillerinin yer aldığı bir psikolojik roman, ki türünün memleketteki ilk örneÄŸi sayılıyor. Bu özellikleri ile Peyami Safa‘yı andırıyor, daha da ötesinde öncüsü gibi. Yalnızız, Bir Tereddüdün Romanı ya da Matmazel Noraliya’nın KoltuÄŸu ele aldıkları konular açısından olmasa da, üslup ve teknik açısından, bulunduÄŸu ahlaki çizgi açısından benzer Peyami Safa romanları.

Günümüzden bakıldığında kitabın dili ağır. Ãœslubu yavaÅŸ okutuyor. Öyle bir solukta okunan romanlardan deÄŸil Eylül, uzunca soluklar aldıran türden. Åžu saçma, kalitesiz, veya hiç deÄŸilse boÅŸ olduÄŸu düşünülen ama bir ÅŸekilde kendini izlettirdiÄŸi belli olan diziler misali, hikayeye yedirilmiÅŸ iç gıdıklayan, merak ettiren, magazinel mevzulara sırtını yaslayan aÅŸk romanlarından hiç deÄŸil. En yalın, en düz ifadesiyle “delikanlı” bir roman. Esas bahis konusunu çeÅŸitlendirme, abartma veya sulandırma gereÄŸi duymamış, aÅŸka dair bütün o duyguların saf halini yazıya aktarabileceÄŸi en mümkün kelimelerle, ifadelerle dile getirmiÅŸ.

Benim okuduÄŸum baskısında (Özgür Yayınları) eski kelimelerin günümüz Türkçe’sindeki karşılıkları parantez içinde verilmiÅŸ. Ki iyi de etmiÅŸler. Bu, insanın zihninde manası bir türlü tam olarak yerleÅŸmemiÅŸ ama sıkça duyduÄŸu, ve maalesef artık eskimiÅŸ, sözlüklerde kalmış kelimeleri öğrenmeye, bir dolu duygunun ayrıntılı tahlilini anlamaya yardımcı oluyor. Bu zengin kelime daÄŸarcığı ile daha net, daha vurucu ve insan duygularına daha yakın ifadeler üretebilmek, bir baÅŸka ifadeyle “dil hapishanesinden” kaçmak daha mümkün hale geliyor tabi.

Çok uzatmayayım, “sinema bitti edebi eleÅŸtiri kaldı” dedirtmeden, romandan bir kaç alıntı ile bitireyim.

“Fakat Necip gittikçe nefsine karşı malik [sahip] olduÄŸu idaresinde aciz [güçsüz] olduÄŸunu görüyordu. Zira onun ÅŸiddetli baÄŸlılığı bu hale geldikten sonra tahammülsüz [dayanılmaz] bir susuzluÄŸa benzer hararet alıyordu. Onda bu kadar artan bu incizap [kapılma], artık tagaddiye [beslenmeye] ÅŸiddetli bir ihtiyaç hissediyordu;ona, onun ruhuna hulul [karışmak] ihtiyacıyla çırpınıyordu. Her zaman onun yanından ayrılmamak endiÅŸesi, ÅŸimdi ona karışmak galeyanlarına [coÅŸkusuna] müncer oluyordu [dönüşüyordu].”

“Süreyya’yı koltukta uyuklar buldular. Necip taaccüp ediyordu [ÅŸaşırıyordu]. Suat sadece bir “Musikiyi sevmez ki” dedi ve Suat’ın sesinde öyle derin bir esef [üzüntü] hisseti ki bundan derin derin mesut oldu. Demek ikisi de sade bir ÅŸeyi seviyorlardı ve o kadar seviyorlardı ki, onunla dünyayı, dünyanın her ÅŸeyini, hatta onu, Süreyya’yı unutuyorlardı. O zaman sade ikisinin ruhu yalnız, kucak kucaÄŸa dolaşıyorlardı, orada yalnız kalıyorlar, Süreyya bile oraya gelemiyordu. O zaman musiki ona baÅŸka manalar, baÅŸka vazifelerle görünmeye, ruhların müellifi [buluÅŸturucusu], kalplerin mülhimi [ilham vericisi] gibi gelmeye baÅŸladı. O bir cihan, bir cihan-ı perestiÅŸ [tapılacak dünya] oluyor ve orada Suat’la beraber olmak, bu fena dünyada olmamışlarsa hiç olmazsa orada birleÅŸmiÅŸ olmak, onu mest ve bihuÅŸ [baygın] ediyordu.”

“BaÅŸka çare olmadığını, alışmak lazım olduÄŸunu görüyor, itiyadın [alışkanlığın] büyük bir kuvvet bulunduÄŸunu anlıyordu; ve etrafına bakınca herkesin hayatında da birçok cerihalar [yaralar], inkirazlar [tükeniÅŸler], müsibetler görüp itiyat [alışkanlık] ile bunları unuttuklarını düşünerek, hayatı bu kadar çok müsaadesi için bile seviyordu. Ä°ÅŸte hayatında bulduÄŸu en büyük bir iyilik, bütün fenalıklarını tazmin edecek kadar büyük bir lütuf bu alışabilmek idi; herkes felaketlerine tahammül ile baÅŸlıyor ve tahammülle itiyat ederek [alışkanlık kazaranak] mukavemet edebiliyordu [dayanabiliyordu].”

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Edebiyat, Kitap Etiketler:, ,

Skyfall

Salı, 20 Kas 2012 2 yorum

Bond serisi uzun bir aradan sonra Skyfall ile devam ediyor. Ä°lk zamanlar sarışın Bond olarak pek sevimli gelmeyen, göze batan adam Daniel Craig‘in üçüncü, serinin yirmi üçüncü filmi. Bir serinin nasıl olup da bu kadar devam edebildiÄŸi ve 50.yılında bu kadar ilgi çekebildiÄŸi konusu apayrı bir araÅŸtırma konusu, ki tam da bu konu ile ilgili bir kitap mevcutmuÅŸ zaten (The James Bond Phenomenon: A Critical Reader).

Ä°stanbul’daki görevinde baÅŸarısız olup ortalıktan kaybolan Bond, MI6’nın uÄŸradığı saldırı sonrası tekrar ortaya çıkar. Düşmanın bulunup ortaya çıkarılması gerekiyordur ve bu iÅŸ için en iyi adam elbette ki Bond’dur. Bond’un düşüşü, dönüşü ve geçmiÅŸi ÅŸeklinde özetlenebilecek hikayeyi anlatıyor Skyfall.

Film, Ä°stanbul çekimleri sebebiyle gösterime girmeden aylar evvel ilgi çekmiÅŸti Türkiye’de. Aylar süren çalışmalar, yüzlerce kiÅŸilik ekip, tarihi dokuya zarar vermemek için yapılan çalışmalar, çekimler süresince Kapalıçarşı’daki dükkanları kapatmalar, esnafın zararına karşılık yapılan anlaÅŸmalar filan filmde hepi topu on dakikalık bir yer edinebilmiÅŸ. Ne Türkiye’nin imajına dair kayda deÄŸer bir fikir edinilebilecek çekimler olduÄŸunu, ne de doÄŸulu bir imaj çizildiÄŸini düşünüyorum.

Yalnız Ä°stanbul’da baÅŸlayan kovalama sahnesinin tren yolları boyunca devam edip biraz sonra Adana’daki bir köprüye varması insana aynı soruyu tersten sordurtuyor. Olayın ilerleyiÅŸi bakımından Ä°stanbul olması beklenen yerlerin Ä°stanbul’la uzak yakın alakası ve coÄŸrafi hiç bir benzerliÄŸi olmadığı gibi ise Paris, Newyork, Londra vs. ÅŸehirlerde çekildiÄŸi düşünülen sahneler, vay gençliÄŸin zihnindeki haritalara.

Bozuk saat Hıncal Uluç filme dair doÄŸru bir tespitte bulunarak filmde Bond filmlerinden beklenen entrikaları, casusuluk hilelerini, ÅŸaşırtan ajan materyallerini, özgün aksiyon sahnelerini filan bulamadığını söylemiÅŸ. Tespit yerinde. Hatta bu açıdan bakıldığında veya filme bu beklentiler yüklendiÄŸinde, baÅŸarısız olarak bile adledilebilir. Lakin yönetmen Sam Mendes kendince bir yorum katmış seriye. Ki iyi de etmiÅŸ. Ana karakterleri daha net çizmiÅŸ mesela, diyaloglara aksiyon-macera türü bir filmde kolay kolay rastlanmayacak kadar özen göstermiÅŸ, kliÅŸelerden olabildiÄŸince kaçınmış, Bond’un ve serinin geçmiÅŸine gayet yerinde göndermeler serpiÅŸtirmiÅŸ, bildiklerimizden farklı olarak Bond karakterinin insani yönlerini ön plana çıkarmış (yazının sonundaki linkte bunun daha detaylı izahı mevcut). Ve bir de Bond’un karşısına daha sıkı, daha zeki, daha iddialı söylemleri ve temelleri olan bir karşı kiÅŸi (antagonist) yerleÅŸtirmiÅŸ. Bu tezat üzerinden iki karakteri daha net ifade etmiÅŸ. Hatta anlatılan fare hikayesi filmin teması ile epeyce bir örtüşüyor.

james bond & raul silva

Anti kahraman ise Javier Bardem. Åžu yakışıklılığı filmden filme siyah ile beyaz gibi deÄŸiÅŸebilen adam, bu kez olabildiÄŸince çirkin ve No Country For Old Men‘deki karakteri andıran haliyle, karakteri gayet iyi canlandırmış. KarşılaÅŸtırmak doÄŸru gelmese de Batman’deki Joker veya Batman – The Dark Knight Rises’daki Bane karakterini andırdığı söylenebilir.

Sadece Pierce Brosnan‘lı seriye yetiÅŸebilmiÅŸ nesil olaraktan sarışın Bond’a alıştık galiba artık, hatta pek de bir oturmuÅŸ gözüktü gözüme. Kanımca Skyfall Daniel Craig’in oyunculuk açısından ustalık eseridir. Bu arada iki Bond filmi için daha anlaÅŸması bulunuyormuÅŸ kendisinin. Bekliyoruz.

Filmin jeneriÄŸinin en az film kadar güzel olduÄŸunu, Adele‘in seslendirdiÄŸi ve hatta bu yazıyı yazarken öğrendim ki aynı zamanda bestelediÄŸi Skyfall ÅŸarkısının filme ayrı bir güzellik kattığını da söyleyeyim.

Farklı, beklentilerin dışında ve güzel bir Bond filmiydi Skyfall. Son olarak Hasan Bülent Kahraman‘ın filme ve Bond serisine dair, benim de faydalandığım güzel yazısını iÅŸaret ederek bitireyim.

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Sinema Etiketler:, ,

Eclipse Performans İpuçları

Cuma, 16 Kas 2012 Yorum yapılmamış

Oldukça fazla sayıda sınıfın bulunduÄŸu bir projeyi açtığımda ortaya çıktı yavaÅŸlık sorunu. Neydi bu ayarlar, ne deÄŸildi yahu derken Google yolları gözüktü yine. Tabi bir de malum, arama sonuçlarını ayıklamak. Eclipse’in çalışmasını ve açılışını hızlandırmak için genel kabul gören bu bir kaç maddeyi derleyip, toplayayım dedim. Aslında bir dolu blogda benzer bilgiler mevcut ya, olsun. Hem baktım da site film bloÄŸu olup çıkacak yakında, bir iki teknik dokunuÅŸ yapayım madem…

eclipse.ini Önerileri

Önce şunu söyleyeyim ki, bu dosyada yapılan değişiklikler Eclipse açılışında hata alınmasına sebep olabilir. Bu yüzden önce bir yedek almak lazım.

Başlangıç parametrelerinin bulunduğu bu dosya Eclipse’in kurulu olduğu dizinde bulunur. Bu parametrelere verilebilecek değerler bilgisayarın donanım özelliklerine göre değişir.

  • -XX:PermSize ve -XX:MaxPermSize : Bu parametreler Eclipse’in kullanacağı JVM’in Perm Space hafıza alanının baÅŸlangıç sınırını ve üst sınırını belirliyor. Perm Space demiÅŸken, bu alan sınıf ve metot tanımlarının, bilgilerinin (sınıflardan oluÅŸturulan objelerin deÄŸil!) tutulduÄŸu hafıza alanı. Dolayısıyla çok fazla sınıf bulunan bir “workspace” de yaÅŸanabilecek Out of Memory : perm gen space error türü hafıza sorunlarını gidermede faydası olabilir.
  • -Xms ve -Xmx : Bu parametreler Eclipse’in kullanacağı JVM’in temel hafıza alanı olan Heap Space deÄŸerlerinin baÅŸlangıç sınırını ve üst sınırını belirliyor. Örnek olarak 4GB RAM bulunan bir bilgisayarda bu deÄŸer 1024’e kadar çıkarılabilir. Eclipse -Xms’de belirtildiÄŸi kadar hafıza ile çalışmaya baÅŸlıyor ve gerektiÄŸinde bu deÄŸeri -Xmx’e kadar arttırıyor. Bu arada, Eclipse’in gereken durumlarda kullandığı hafızayı arttırması iÅŸi maliyetli olabileceÄŸinden, bu iki deÄŸerin birbirine olabildiÄŸince yakın olmasında fayda olduÄŸu söyleniyor.
  • -Xverfiy:none : Bu parametre ile Eclipse’e, “açılırken yüklediÄŸin .class dosyalarını doÄŸrulama iÅŸlemine(validation) tabi tutma” ÅŸeklinde bir ayar verilebilir. Ki bu da açılış hızına olumlu etki yapar.

Eclipse’in Açılış ve Çalışma Hızını Arttırabilecek Diğer Öneriler

  • Window->Preferences->Validation menüsünden gerekli olmadığını düşündüğümüz validator‘leri devre dışı bırakmak
  • Window->Preferences->General->Editors->Spelling menüsünden çok da gerekli olmadığını düşündüğümüz Spell Check‘leri kapatmak
  • -Window->Preferences->General->Startup and Shutdown menüsünden Eclipse açılırken baÅŸlatılmasına gerek olmadığını düşündüğümüz eklentileri devre dışı bırakmak

Etkisinin yukarıdakiler kadar olması beklenmese de bunların dışında ; Kullanılmayan projeleri devre dışı bırakmak, kullanılmayan görüntüleme pencerelerini ve perspektifleri kapatmak, ve elbette Eclipse’in güncel versiyonlarını kullanmak yapılabilecekler arasında.

Tabi bir de paraya kıyıp bilgisayarın RAM’i arttırılabilir, para var huzur var arkadaÅŸ…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Gergedan Mevsimi (Fasle Kargadan – Rhino Season)

Cumartesi, 03 Kas 2012 2 yorum

İran’daki İslam devrimi sonrası tutuklanan ve 30 yıl hapis yatan İranlı şair Sahel Farzan’ın özgürlüğüne kavuştuktan sonra eşini aramak için İstanbul’a gelişinin hikayesini anlatıyor Gergedan Mevsimi.

Film Sahel Farzan‘ın ÅŸiirleri eÅŸliÄŸinde, Ä°stanbul’da çekilmiÅŸ. Bir nevi ses ve görüntü fonu oluÅŸturmuÅŸlar. Ä°lk bakışta siyasi-politik içerikli gibi dursa da hikayenin baskın tarafı Monica Belluci, Yılmaz ErdoÄŸan ve Behrouz Vossoughi‘den hasıl bir aÅŸk üçgeni. Hatta düpedüz romantik dram dersem yanlış olmaz. YeÅŸilçam’da bir dolu benzer hikaye mevcut.

Her mevzu bahis olduÄŸunda eleÅŸtirdiÄŸim, sinemadan ziyade fotoÄŸrafçılık ile uÄŸraÅŸmasının daha yerinde olacağını söylediÄŸim Nuri Bilge Ceylan‘ın bir diÄŸer türü vardı perdede bu kez. Kendisinin diÄŸer filmlerini bilmiyorum, izlediÄŸimde fikrim deÄŸiÅŸir mi bilmiyorum, ama bu filmi itibari ile bende uyanan Bahman Ghobadi kiÅŸisi de sinemayı bırakıp sürrealist resime vermelidir kendini. Kullandığı üslubun sinema sanatı baÄŸlamında bir yeri yok. Elbette ki sinemada metafor(sembol,mecaz) kullanmak deÄŸil karşı çıktığım ÅŸey. Bu kadar savruk ve bu kadar fazlaca kullanmak, üstelik film bu kadar duraÄŸan ve silik bir akışa sahipken. Ä°zleyiciyi soyutlayıp, hikayeden koparmış olduÄŸun ve bütün diyalogsuzluÄŸunla hikayeyi hepten zora soktuÄŸun yetmezmiÅŸ gibi bir de çapraz ateÅŸe tutar gibi her sahnede, her çekimde metafor yaÄŸmuruna maruz bırakmak fena halde anlamsız ve çirkin gözüktü gözüme. Bu iÅŸin, sinemada metafor kullanmak iÅŸinin yerinde, zekice, güzelce ve anlamlı bir ÅŸekilde yapıldığı filmlere örnek olarak The Thin Red Line, Rear Window, Zelig, Big Fish, Edward Scissorhands vs. verilebilir.

Hani “Ä°ddialı olmanın gülünç olmak gibi bir de riskli tarafı vardır” denir ya;

Sinemada metaforlara bu kadar sırtını yaslamak iddialı bir ÅŸeydir. Ãœstesinden gelinip de, görüntülere, hikayeye, karakterlere ve sair film öğelerine dahil edilerek anlamlandırılabilirse hakikaten bir sanat eseri çıkabilir ortaya. Aksi durum yukarıdaki sözde olduÄŸu gibi gülünç olarak da ifade edilebilir, çapsızlık olarak da, basitlik olarak da…

Hani bir de “Aradığını bilmeyen bulduÄŸunu anlayamaz” denir ya;

Yönetmenin gösterdiği ve anlattığı şeyler zaten yetersiz ve muğlakken, çocukken bulmacalarda kalemi elimize alıp birleştirince ortaya ne çıkacak acaba dediğimiz o noktalardan hiçbirisini dahi koymamışken perdeye, bir de bir şeyler bulmamızı, çıkarsamamızı, çözümlememizi ister gibi, ne anlattın ki ne anlayayım gibi, cevabı aranan sorunun kendisinin külliyen yanlış olması gibi.

Yoksa su içinde ters dönmüş bir gergedandan, arabanın içine girmiÅŸ bir at kafasından, gökten yaÄŸan kaplumbaÄŸalardan, havuzlu bir villanın arkasındaki fabrika bacasından, sülük leÄŸenine fırlatılan fotoÄŸraftan metafor devÅŸirmek iÅŸ deÄŸil…

Yine de Yılmaz ErdoÄŸan’ın hakkını yemeyeyim. OlmuÅŸ. Hiç deÄŸilse filmin bütün bütün sırıtan duruÅŸu içinde, bilmiyorum belki de uzaklarda bir yerlerde tanıdık bir yüz görmenin ferahlığındandır sadece, inandıran bir oyuncu olabilmiÅŸ. Onun haricinde diÅŸe kemiÄŸe dokunur bir bahis konusu yok filme dair.

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail