ArÅŸiv

Yazar ArÅŸivi

To Rome With Love (Roma’ya Sevgilerle)

PerÅŸembe, 04 Eki 2012 2 yorum

Bir filmi hakkında böyle bir yazı yazacağımı düşündüğüm adam değildi kendisi, Woody Allen. Son filmi To Rome With Love, çoğunlukla olduğu gibi yazıp, yönetip, oynadığı ve Manhattan, Midnight in Paris veya Vicky Cristina Barcelona gibi bir şehri başrole taşıdığı filmlerinden. Ki dilerim ölmeden bu seriye bir de içinde İstanbul geçen bir film ekler.

Film dört farklı hikayeyi barındırıyor. Woody Allen’ın da içinde bulunduÄŸu hikaye, Amerikalı turist bir kız ile Ä°talyan bir gencin arasında baÅŸlayan aÅŸkın ve daha ziyade ailelerinin tanışmasının hikayesi. Ä°kincisi bir orta direk vatandaşın şöhret hikayesi. Ki bu hikayede Ä°talyan medyasına büyük bir gönderme olsa gerek. Bu kadar aptal bir medya göstermenin baÅŸka bir izahı olamaz. Üçüncüsü evlenmek üzere olan bir çiftin birbirlerini aldatma hikayeleri. Dördüncüsü de, ki asıl ve en ilginç olan hikaye, mimarlık okuyan bir gencin kız arkadaşının uçuk, entel veya en azından öyle gözüken arkadaşına aşık olmasının hikayesi.

İçinde birden çok hikayenin paralel olarak anlatıldığı benzer filmlerden görüp de öylesi bir beklenti içinde girdiÄŸimiz gibi hikayeler bir noktada birleÅŸmiyor. Birbirlerinden habersiz olarak sadece seyircinin bildiÄŸi bir ortak noktaları da yok. Ä°lla da böyle bir ortaklıkları, kesiÅŸim noktaları olması da gerekmiyor zaten. Yalnız yine de film içinde bir bütünlük oluÅŸturması gerek, bir anlam bütünlüğü ifade etmeli en azından. Birbirinden tamamen farklı, derdi tasası ayrı, her birinin içine aÅŸk ve Roma serpiÅŸtirilmiÅŸ bambaÅŸka hikayeler. Birinde aÅŸk, birinde aldatma, birinde şöhret, birinde kültür farklılıklarının baskın unsur olduÄŸu hikayeler. Sanki dört filmi tek film çatısı altında toplamak gibi bir kastı varmış gibi. Bir roman olduÄŸunu sandığınız ama okuyunca ayrı ayrı hikayelerden, anlatılardan oluÅŸtuÄŸunu gördüğünüz kitap gibi. Ya da köşe yazılarının derlenip toplandığı kitap gibi. Gibi gibi…

Ä°ÅŸlediÄŸi konular üzerine, aÅŸk üzerine söyleyip anlatabildiÄŸi, gösterebildiÄŸi çok farklı veya sarsıcı bir ÅŸeyi yok filmin. Woody Allen tarzı, kahkahaya boÄŸmayan, ama gülümseten türde yerli yerinde espriler, ÅŸakalar filmin tadı tuzu olmuÅŸ. Bir de filmin müziklerinin anlatım sürekliliÄŸine katkısı olmuÅŸ, eÄŸlenceli ve tempolu bir hava vermiÅŸ. E tabi bir de Roma…

The Social Network‘deki Mark Zuckerberg rolü ve Mark Zuckerberg’e olan fiziksel benzerliÄŸinden dolayı akıllarda böyle yer eden Jesse Eisenberg, güzelliÄŸi hiç bir ÅŸekilde süs, abartı, ÅŸatafat gerektirmeyen ve ne zaman böylesi bir makyaj ve kostüm gerektiren bir rolde görsem hayıflandığım Penelope Cruz, ve artık yaÅŸlanmış olsa da her zamanki bildiÄŸimiz mimikleriyle, nevrotik, takıntılı adam Woody Allen oyunculuklarıyla filme deÄŸer ve tabi seyir zevki katmışlar.

Bu arada filmde bahsi geçen terim “Ozymandias Melancholy” ÅŸurada söylendiÄŸine göre Woody Allen’ın Stardust Memories‘i çekerken icat ettiÄŸi bir terimmiÅŸ. Ä°ngiliz bir ÅŸairin ÅŸiiri imiÅŸ Ozymandias. Aynı zamanda II.Ramses’in Yunancadaki karşılığı. Kralın yaptırdığı devasa bir heykelin üzerinde Türkçe’ye ;


Ben Ozymandias’ım, krallar kralı
Åžu yaptıklarıma bak; sen, güçlü olan, ve ümitsizliÄŸe kapıl!”

ÅŸeklinde çevirilen Kral’a ait sözler ve bunların devamında da;


“Oysa geriye hiçbir ÅŸey kalmamıştır, gezin çürümüş
O devasa harabeyi, uçsuz bucaksız ve çıplak
Yalnız ve dümdüz kum alabildiÄŸine uzanır”

dizeleri geliyor. Velhasılıkelam; ÅŸair “bütün ihtiÅŸamına, gücüne, baÅŸarına raÄŸmen dünyada yoksun artık, hiç bir ÅŸekilde hem de, dünya sana kalmadı” demeye getiriyor: ) “Ozymandias Melancholy” de sanırım bu durumun, bu fanilik, gelip geçicilik hissinin zaman zaman insanı içine sürükleyebildiÄŸi melankolik ruh halini ifade ediyor.

Bir Woody Allen sever olarak çok da izlenilebilir diyemem, ki üzücü bir durum. Ama yine de film sinemanın eÄŸlence misyonunun üstesinden gelmiÅŸ. Romantik komedi türünde sürüsüne bereket vasat ve altı, kötü ve daha kötüsü, berbat ve ötesi film, sürüsüne bereket giÅŸe yaparken, kanımca To Rome With Love izlenebilir olanlar tarafında yer alır yine de…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Broadway Danny Rose

Çarşamba, 08 Ağu 2012 Yorum yapılmamış

Broadway Danny Rose


Woody Allen‘ın çok da kıymeti bilinmemiÅŸ filmlerinden bir tanesi olduÄŸunu anladım izledikten sonra. Kıymetinin bilinmediÄŸi IMDB’de kullanılan oy, yapılan yorum ve kritik sayısından, tabi bir de Google’da filmi arattığınızda özgün içerikli pek bir sonuç gelmemesinden belli.

Film Danny Rose adında bir menajerin başına gelen komik ve bir o kadar trajik bir hikayeyi anlatıyor. Dolayısıyla trajikomik. Film bir lokantada eskilerden konuÅŸan bir grubun Danny Rose’a dair anlattıkları küçük komik hikayelerle baÅŸlıyor. Sonrasında esas hikayeye geçiliyor. Danny Rose orta halli bir menajerdir. Danny’nin menajerliÄŸini yaptığı üst düzey bir yıldız veya sanatçı da yoktur. Ve beraber çalıştığı sanatçılardan bu orta halin üzerine çıkacak gibi olanlar, kendilerine sınıf atlatacaklarını düşündükleri yeni bir menajer ile yollarına devam etmektedirler. Tipik bir kaybedendir Danny Rose. MenajerliÄŸini yaptığı Lou Canova adında yıldızı parlayan ve sınıf atlamak üzere olan ÅŸarkıcı ile onun sevgilisi Tina Vitale arasındaki iliÅŸkiye dahil olan Danny Rose hayatının macerasını yaÅŸar.

Hikayenin trajikomikliÄŸi filmin sonuna doÄŸru dinleyenlerden birinin esas hikayeyi anlatan adama “Bu hikayenin komik olması gerekmiyor muydu ?” diye sorulan soruda gösteriyor kendini. Ve Danny Rose’un filmde bilmem kaç kere tekrar ettiÄŸi ikircikli, kaygılı ve biraz paranoyak replik “Bu kavram kargaÅŸasına bir açıklık getirebilir miyim ?” aslında Woody Allen’ın kendi kiÅŸiliÄŸi ile Danny Rose karakterinin birbirine ne kadar benzediÄŸini de gösteriyor gibi. Filmlerine kendi hayatından ve karakterinden çokça ÅŸey dahil eden Woody Allen’ın “Manhattan” ile beraber kendini en çok iÅŸaret ettiÄŸi filmiymiÅŸ gibi geldi bana. Hikayenin komedi unsurları ise tam olarak Woody Allen’ın kendine has espirilerinden oluÅŸuyor. Kahkahaya boÄŸmayan ama içten gülümseten zekice espiriler. (Artistlik olsun diye deÄŸil, hakikaten öyle : ) )

Filmin müzikleri arasında özellikle Lou Canova karakterinin seslendirdiÄŸi “Agita” çok sevimli bir ÅŸarkı. Enstrümental versiyonları da filmin içinde de sık sık kullanılmış. Ayrıca film En Ä°yi Yönetmen ve En Ä°yi Senaryo dallarında Oscar’a aday da olmuÅŸ. Kazanamamış gerçi, olsun ziyanı yok, gönlümüzde yer etmiÅŸtir. Kendine has senaryosu, dolu dolu diyalogları ile izlemeye deÄŸer, hatta tekrar izlenebilecek filmlerden. Ayrıca filmin içindeki nostalji havasına uygun olarak siyah beyaz çekilmiÅŸ olması gayet yakışık almış.

Bu arada dipnot olarak geçeyim. Filmden ilginç iki detay; “Turkish pillows” ve “Turkish whorehouse” tabirleri. Hadi yastıkları anladık da genelevlerinin Türk oluÅŸunun nesine atıfta bulunulduÄŸuna dair bir fikir edinemedim. Türkçe altyazıda “Turkish whorehouse” için “harem” karşılığının kullanılması da apayrı bir dengesizlik örneÄŸi.

Nihai olarak, izlenilebilir hatta izlenilsin…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

DoÄŸrucu Davut’a Öykünme Sendromu

Cumartesi, 04 AÄŸu 2012 1 yorum

Gündelik hayatın içinde bütün ucuzluÄŸu ve sığlığı ile ortaya çıkan bu duruma nasıl bir isim versek diye düşünüyorduk uzun zamandır. Bilmem ne “sendromu” olmalıydı bunun adı. KastettiÄŸim bütün benzer tavırları çatısı altında toplayıp, bu sendromu daha ismine bakar bakmaz anlamlandırabilecek bir sıfat veya tamlama bulamadığımız için Stockholm Sendromu‘nda olduÄŸu gibi bir ÅŸehiri sıfat belleyip kendi sendromumuzu tanımlamak niyetindeydik hani. Ki her karşılaÅŸtığımızda bu durumu izah etmek zorunda kalmayalım gibilerinden : ) Önce kastettiÄŸimiz durumu ifade edeyim. Sonra da neden “DoÄŸrucu Davut’a Öykünme Sendromu” olduÄŸunu.

Kişinin, içinde bulunduğu toplumca erdemli olarak nitelenen bir davranışın, tavrın veya eylemin yok denecek kadar az, bazen de çok küçük bir örneğini sergilediği anda bu erdemi kendi şahsiyetinin ayrılmaz ve de yadsınamaz bir parçası olarak telakki etmesi durumudur. Bu telakkide bahsi geçen davranışın bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek yapılmış olmasının bir önemi yoktur. Bu erdemin kıyısından kenarından geçmiş olmanın, o erdemin içinde yıkanılmış olmasından farkı yoktur.

Durum “verdiÄŸi sözü tutmak” erdemi üzerinden örneklendirilebilir. Sendromu yaÅŸayan kiÅŸi, “taÅŸ atıp da kolunun aÄŸrımayacağı” kadar bir çaba ile yerine getirilmiÅŸ bir söz sonrası, bütün bu erdemi karakteristik bir özelliÄŸiymiÅŸ gibi sunar. Öyle ki verdiÄŸi sözü her koÅŸulda tutmuÅŸtur. Öyle ki bu adam, adamın hasıdır, adamın dibidir, adamın ÅŸarabıdır vesselam.

Bir baÅŸka örnek argoda “geri vites” ÅŸeklinde kalıplaÅŸmış olan, söylediÄŸinden caymamak, iddiasından veya meydan okumasından vazgeçmemek durumu. “Geri vites” yapmamak için çok da matah olmayan bir cesaret, güç veya dürüstlük gerektiÄŸi durumda geri vites yapılmayarak, kahraman bir edaya bürünülür ve “bizde geri vites olmaz!” nidasına denizci düğümü atılır, bu tavır kiÅŸinin karakterinin ayrılmaz ve de yadsınamaz bir parçası olarak sunulur. Öyle ki bu adam, adamın hasıdır, adamın dibidir, adamın ÅŸarabıdır vesselam.

Tanım ile daha bir baÄŸdaÅŸan örnek de “doÄŸruyu söylemek” üzerinden verilebilir. DoÄŸruyu söylemek kiÅŸisel çıkarlarına ters düşmediÄŸi veya kendisini zor durumda bırakmayacağı, ve doÄŸruyu söylemenin, söylememekten daha kolay olduÄŸu herhangi bir durumda doÄŸruyu söyleyen kiÅŸi, “bizde yalan olmaz!” edasına bürünüp, ÅŸahsiyetine ululuk atfettiÄŸi an sendromun en büyük belirtisini ifÅŸa etmiÅŸ demektir.

Neden DoÄŸrucu Davut’a öykündüğü ise DoÄŸrucu Davut’un her koÅŸulda bildiÄŸi doÄŸruyu söylemesi ile ilgili. Her koÅŸulda doÄŸruyu söyleyen benzetmesini geniÅŸletip, her koÅŸulda doÄŸruyu yapan ÅŸeklinde daha kapsayıcı bir benzetmeye dönüştürürsek “teÅŸbihte hata” yapmamış oluruz sanki. Mesela kiÅŸi katiyen yalan söylemiyorsa, hemen herkesin az-çok, pembe-beyaz yalanlar söylediÄŸi bir ortamda DoÄŸrucu Davut’tur. Dedikodunun gırla gittiÄŸi bir toplulukta mesela, kiÅŸinin herhangi birileri hakkında atıp tuttuÄŸuna ÅŸahit olunmamışsa DoÄŸrucu Davut’tur. Sosyal hayatta bireyler arası hakkın hak getirdiÄŸi bir devirde, herhangi birinin hakkına herhangi bir ÅŸekilde tecavüz etmekten son derece sakınan kiÅŸi DoÄŸrucu Davut’tur. DiyeceÄŸim o ki bu Davut her türlü erdemin zirvesidir, ucudur, dibidir…

Bu erdemlerden herhangi birinin kendince ispat saydığı, irili ufaklı, hatta genel olarak çok çok ufaklı örneklerini, benliÄŸinin peÅŸine takarak “DoÄŸrucu Davut” misali zirveye taşıma eÄŸilimi, sendroma isim olmuÅŸtur.

OlmuÅŸtur da…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Kaçış Planı

Perşembe, 28 Haz 2012 Yorum yapılmamış

Salı günleri saat 23.00’te A Haber’de Kaçış Planı diye bir program baÅŸladı. Selahattin Yusuf’un HaÅŸmet BabaoÄŸlu’nu bol bol konuÅŸturduÄŸu, izleyenleri de günlük hayatın harala gürelesinden biraz uzaklaÅŸtırıp farklı ufuklar açtığı bir muhabbet bu aslında. Hayata, modernizme, modernizmin getirdiklerine, götürdüklerine, popüler kültüre, filmlere, müziklere, ÅŸiirlere ve üzerinde atıp tutulabilecek bilumum her mevzuya dair tatlı tatlı atıp tutulan, kendini özlettiren derinlikte ve de samimiyette muhabbetlerden.

Bir de alıntı yapayım madem;


YaÅŸamakla kaybettiÄŸimiz hayat nerede?
Malumat yığını içinde kaybettiğimiz bilgi,
Bilgide kaybettiÄŸimiz bilgelik nerede?

(T.S. Eliot)

Müthiş değil mi ?

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

“Yazmanın bütün sırrı, yeniden yazmaktır”

Perşembe, 24 May 2012 Yorum yapılmamış

“The whole secret of writing is rewriting” demiÅŸ Baba (The Godfather) serisinin uyarlandığı romanın yazarı olan Mario Puzo.

“Yazmanın bütün sırrı, yeniden yazmaktır”.

Bu cümle kerameti söyleyen zata ait olan yücelikten herhangi bir parlaklık kazanan bir cümle değil. Hedef aldığı yazmak eylemine yönelik dar bir çerçeveye de sıkıştırılabilir değil. Ufku ve de kapsama alanı geniş, ifade yeteneği üstün, kabiliyet-zeka-çalışma üçgenin tepesindeki her şeyi gören göz türünden bir cümle bu.

Sözlerim insanın sesinin güzel olması gibi doÄŸuÅŸtan gelip gelmediÄŸi tartışma götürmeyen yetenekler meclisinin dışındadır. Yine insanın ancak Einstein, Tesla veya Hawking derecesinde üstün bir zeka ile üstesinden gelebileceÄŸi iÅŸlere “biz de yapabiliriz, haydi canlar bir olalım” türünden bir kanca atmak niyetinde de deÄŸilim. Ve uzaylılara olan inancımızı pekiÅŸtiren adam Messi gibi, “Allah bu adama bir ÅŸeyler bahÅŸetmiÅŸ olmalı” inancında olanların çoÄŸunlukta olduÄŸu istisnai örnekleri kapsamıyor. Sadece sözün bende uyandırdığı etki sonrası, anlamını olabildiÄŸince genelleÅŸtirme denemesi. SöylemiÅŸ olayım.

Bu cümle baÅŸaramadığımız, beceremiyor olduÄŸumuza kanaat getirdiÄŸimiz her iÅŸ için bir ön yargı duvarı ördüğümüz düşüncesini doÄŸurdu zihnimde. Evirip çevirip, meseleyi yaratılıştan gelen bir yeteneÄŸimiz olmadığına, baÅŸarılamayan o iÅŸ için karakterimizin, kiÅŸilik yapımızın filan müsait olmadığına vardırıyoruz. Meseleyi yekten veya en nihayetinde, bir ÅŸekilde kadere, Allah’ın adaletine veya hükmüne havale ettik mi, kırmak istemediÄŸimiz ön yargılarımızın emniyetli sularında yüzebiliyoruz. Bize sorsan iyi yazamıyor olmamızın yegane sebebi sözel zekamızın geliÅŸmemiÅŸ olması, veya telli bir enstrüman çalamıyor oluÅŸumuz parmaklarımızın kütük gibi olmasından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸil. Ä°ÅŸte Mario Puzo yazmak eylemi penceresinden bakarak, bunun sanıldığı gibi olmadığını sade, basit ve sırf sade, basit olduÄŸu için de son derece şık bir ÅŸekilde dillendirmiÅŸ kanımca. Ãœstelik yazmak iÅŸini çok iyi yaptığı ispatlanmış bir adamın kendi yaptığı iÅŸi bu kadar basite indirgeyip, kendi büyüsünden bir ÅŸeylerin eksilmesi pahasına söylemiÅŸ olması da söylenen söze ayrı bir anlam katıyor.

Futbolla az çok ilgili olan hiç kimseye Pierre Van Hooijdonk ismi yabancı gelmez sanırım. Ve hiç kimse de çok üstün yetenekli bir dünya yıldızı olduÄŸunu iddia etmez herhalde. Yalnız, vaktiyle bu adamın dünyanın en iyi frikik atan bir kaç adamından biri olduÄŸu fikri ortak olsa gerek. Messi, Maradona, Pele bu kadar iyi frikik kullanabildiler mi ? Cık. Peki Pierre Van Hooijdonk‘un sırrı neydi ? Allah tarafından bir hediye mi ? Bir mucize mi ? Bir doÄŸaüstü olay mı ? Hayır. Yeterince denemiÅŸ, yeterince tekrar etmiÅŸ olması. Hemen her antrenmandan sonra frikik çalıştığı gerçeÄŸi. Belki daha doÄŸru bir ifade ile frikik atmak iÅŸini, çok iyi yapar hale gelene kadar yeterince tecrübe etmiÅŸ olması. Kısacası bu iÅŸe gönül verip, azmedip, çalışmış olması. Her üstün yetenekli futbolcunun -ki bunlar arasına nice nice “10 numaralar” dahil edilebilir- iyi frikik attığı gibi bir genelleme de komik olacağına göre, bir düz bir ters yöntemiyle bakınca bu tez kendini doÄŸruluyor gibi.

Veya ben, cevval Öss gençliği zamanlarında 30 Geometri sorusunu 15 dakikada çözerken bir keramet mi gösteriyordum naçiz bedenimde ? Geometri bilgisi üçgenin iç açılarının toplamının 180 derece olduğunu bilmekten çok da öteye geçmeyen sözelci, ve gördüğü her üçgenin tabanına bir dik indirmek alışkanlığı edinerek bir adım öteye geçtiğini sanan eşit ağırlıkçı arkadaşlarım nasıl bir gıpta ile bakarlar, ne methiyeler düzerlerdi oysa ki sayısal zekama. Vaktiyle gururum okşanmıyor, kendimi bir halt sanmıyor da değildim. Neydi peki ? Elbette ki hayatın dış kulvarlarında başladığımız yarışın Öss etabında aradaki farkı kapatıp bir boy öne geçme azminin getirmiş olduğu, vicdani yükümlülüğün gerektirdiği derecede çalışmaktan başka bir şey değildi bu. Yeterince tecrübe etmiş, yeterince denemiştim Öss Geometri müfredatını ve bu müfredattan türeyebilecek soruları, çözümlerini. Yoksa soruyu gördüğüm anda cevabın olsa olsa ne olabileceğini kalp gözüm ile görüyor değildim.

ÖzgeçmiÅŸinde “okuma iyi, yazma iyi, konuÅŸma iyi” yazan Türk gençleri olarak bir video konferansta sular seller gibi Ä°ngilizce konuÅŸan birilerini gördüğümüzde ifrit olmaz mıyız ? Gıbtadan hasete yaklaÅŸmaz mı hislerimiz ? Sebep ? Yok arkadaÅŸ biz beceremiyoruzdur konuÅŸmayı, dilimiz dönmüyordur, kıvrak deÄŸilizdir. Oysa ki sorsan okumakta ve anlamakta sorunumuz da yoktur. Olmuyordur iÅŸte. Ezber kalıp ifadelerin dışında yeterince Ä°ngilizce konuÅŸmamış olduÄŸumuz, konuÅŸmak konusunda odun düzlüğünde ve sertliÄŸinde olduÄŸumuz, ham olduÄŸumuz, piÅŸmediÄŸimiz ve de yanmadığımız açıkken…

Bazen bu durum “ulan ÅŸu adam ÅŸu iÅŸi nasıl yapıyor” diye hayretler içinde kalarak izlediÄŸimiz, veya “kafa kesin dumanlı” diyerek okuduÄŸumuz her hafızalara iÅŸlenmiÅŸ ÅŸiir, her köşesi tırnaklar içindeki paragraf için genelleÅŸtirilebilirmiÅŸ gibi geliyor. Hani elbette ki insanın bir iÅŸi becerilebilirliÄŸini etkileyen, mayasına, karakterine, çevreden edinmiÅŸ olduÄŸu alışkanlıklarına ve fiziksel özelliklerine dair bir takım faktörler var. Meyil kazandıran, yönlendiren, müsaitleÅŸtiren unsurlar. Bestekar bir anne babanın oÄŸlunun da müziÄŸe meyledip bu konuda mesafe katetmesi, ya da yazar, ÅŸair tayfasının genel itibariyle belli bir ekonomik veya sosyal-toplumsal geliÅŸmiÅŸlik seviyesindeki ailelerden çıkıyor olması, ya da uzun boylu olmanın basketbol konusunda bir avantaj saÄŸlaması, aktör adamın aktör oÄŸlu gibi…Ä°ÅŸte bu müsaitleÅŸtiren etkenlerin tali etkenler olduÄŸunu düşünüyorum.

VerdiÄŸim örnekler üzerinden bu tezi ne kadar genelleyebileceÄŸimiz, bu genellemenin istisnalarının neler olabileceÄŸi tartışılabilir. Ayrıca zekanın birincil ve tek faktör olmadığı yönünde köşeli sözler söylerken, çalışmaya da taşıması gerekenden öte metefizik bir anlam yüklemek istemem. Ya da söylediklerimde “çalışın, isteyin olur” türünden kiÅŸisel geliÅŸim pohpohlayıcısı nidaları barındırmak. Hatta “The Secret” da olduÄŸu üzere “sadece isteyin” saçmalıklarının kıyısından kenarından geçmek de. GerektiÄŸince çalışmanın, tecrübe edinmenin insana çoÄŸu kere bir kabiliyet kazandıracağını söylüyorum sadece. Ve bu yaklaşımın her baÅŸarıyı zekaya ve Allah vergisi bir yeteneÄŸe baÄŸlamak yaklaşımdan daha anlamlı, daha anlaşılabilir olduÄŸunu düşünüyorum.

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Java Enum Reverse Lookup

Perşembe, 17 May 2012 Yorum yapılmamış

Java 1.5 sürümü ile birlikte gelen Enum sınıfı genel itibariyle sabit verileri tanımlamak için kullanılır. 1.5 öncesi static final olarak tanımlanan sabit verilere denk gelir bir nevi. ÇoÄŸu zaman da bu sabit verilerle iliÅŸkilendirilmiÅŸ bir kod eÅŸlemesi yapılır. Döviz-döviz kodu, elemen-element simgesi, durum-durum kodu gibi…Bu kod tanımı Enum sınıfın yapılandırıcısına parametre geçilerek yapılır.

public enum Gender {
	Male("M"),
	Female("F");

	private String code;

	private Gender(String code) {
		this.code = code;
	}

	public String getCode() {
		return code;
	}
}

Herhangi bir enum değerin code alanına

Gender.Male.getCode()

ÅŸeklinde eriÅŸebiliriz.

Bahsetmek istediÄŸim ise bunun tam tersi durumda yani code alanından enum deÄŸere eriÅŸmek istediÄŸimiz durumda ne yapılabileceÄŸi. Bu durumun tam karşılığı “enum reverse lookup”.

public enum Month {
	JAN(1),FEB(2),MAR(3),APRIL(4),MAY(5),JUN(6),JUL(7),AUG(8),SEP(9),OCT(10),NOV(11),DEC(12);
	private int code;

	private Month(int code) {
		this.code = code;
	}

	public int getCode() {
		return code;
	}

}

şeklinde bir enum sınıfı olduğunu varsayarsak code alanından Month enum değerine

public Month getMonthFromCode(int code){
  for (Month month : Month.values()){
	  if (month.getCode() == code)
		  return month;
  }
  return null;

ÅŸeklinde eriÅŸilebilir.

Fakat her seferinde bir for döngüsü ile enum deÄŸerleri içinde dönmek yerine static bir Map tanımlayıp, bütün enum deÄŸeri-kod eÅŸleÅŸmeleri bu Map‘e koyularak, istenen enum deÄŸere her seferinde tek hamlede de eriÅŸlebilir. Şöyle ki;

public enum Month {

JANARY(1),FEBRUARY(2),MARCH(3),APRIL(4),MAY(5),JUNE(6),JULY(7),AUGUST(8),SEPTEMBER(9),OCTOBER(10),NOVEMBER(11),DECEMBER(12);
	private int code;

	private static Map enumCodeMap;
	static {
		enumCodeMap = new HashMap();
		for(Month month : Month.values()){
			enumCodeMap.put(month.getCode(), month);
		}
	}

	public static Month getMonthFromCode(int code){
		return enumCodeMap.get(code);
	}

	private Month(int code) {
		this.code = code;
	}

	public int getCode() {
		return code;
	}

}

şeklindeki bir enum tanımı sonrası

Month month = Month.getMonthFromCode(6);
//JUNE

denilebilir. Bu şekilde static bir tanım ile JVM, Month enum sınıfını yüklediğinde hazır hale gelmiş olan enumCodeMap değişkeni üzerinden her seferinde teknik olarak da, kod satırı olarak da tek hamle ile istenen enum değere erişilmiş olur.

Düzenleme : Bu durumla tam olarak örtüşen bir örnek, periyodik cetveldeki elementlerin tutulduÄŸu bir enum sınıfı olabilir. Element adı enum deÄŸeri, element simgesi kod olacak ÅŸekilde oluÅŸturulmuÅŸ olan bir Element enum sınıfı düşünülebilir. Altın’ın simgesi olan “Au” ya eriÅŸmekten ziyade, simgesi “Au” olan elemente eriÅŸmek lazım olduÄŸu durumlarda bu yöntem kullanılabilir

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Java Etiketler:, , ,

Chrome İçin “budaneki” : Cleeki

Çarşamba, 16 May 2012 2 yorum

Firefox kullanıcıları için bulunmaz nimet türünden bir eklenti olan budaneki‘den bahsetmiÅŸtim. Arada Firefox sürümleri ile uyumsuzluk sorunu yaÅŸasa da ÅŸu anda böyle bir sorun yok. Firefox’cular budaneki‘yi ÅŸuradan yükleyebilir.

Chrome için benzer bir eklenti var mıdır, hanidir nerededir derken Cleeki‘yi öğrendim. Bir nevi Chrome için budaneki. Tıpkı budaneki gibi seçilen kelimenin üzerinde beliren bir pencere aracılığı ile Google, Google Translate, Wikipedia, Youtube ve sair kaynaklardan bilgi alınabiliyor, nedir ne deÄŸildirine bakılabiliyor. Ayarlar kısmında halihazırda barındırdığı arama yapılabilecek sitelerden hariç, siz de site ekleyebiliyorsunuz. Yardımcı pencerede kaç site belirecek, hangi siteler belirecek, efendim iÅŸte kelime seçildikten ne kadar süre sonra bu pencere belirecek, boyutu ne olacak gibilerinden bir dolu ayar yapılabiliyor.

cleeki

Chrome kullanıcıları Cleeki‘yi ÅŸuradan yükleyebilirler.

Firefox her ne kadar Türkiye’de popülerliÄŸini Chrome’a kaptırmış olsa da, severiz kendisini. Yeri ayrıdır. Cleeki Firefox’a da eklenebiliyor. O da ÅŸurada

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail