ArÅŸiv

‘Edebiyat’ kategorisi için arÅŸiv

Galat-ı Meşhur Lügat-i Fasihten Evladır

Çarşamba, 02 May 2012 Yorum yapılmamış

“Galat-ı meÅŸhur lügat-i fasihten evladır” tabiri kısaca; “yaygın olan yanlış, bilinmeyen doÄŸrudan iyidir”e denk geliyor. Kanımca müthiÅŸ bir tabir, muhteÅŸem bir tanımlama. ÖğrendiÄŸimden beri elimde çekiç çivi arıyor gibiyim. Algıda fena seçiciyim. Bir metro muhabbeti sırasında örneklendirmeye çalışırken kilitlendiÄŸimiz bu durum için, ÅŸimdilerde bir sürü örnek uçuÅŸuyor aklımda.

Geçen öğrendiÄŸim “Altı kaval üstü ÅžiÅŸhane” nin, doÄŸrusunun meÄŸer “Altı kaval üstü ÅŸeÅŸhane” olması gibi. Direk alıntılayayım ;

Uyumsuz iki ÅŸeyin bir arada bulunmasını” ifade etmek için kullanıyoruz bu deyimi. Kökeni belli deÄŸil. Ancak şöyle bir hikâye anlatılır: Eskiden topların iç yüzeyi düzdü. Yani “kaval” gibiydi. Zamanla mühendisler, merminin döndüğünde daha hızlı gittiÄŸini, böylece daha delici hale geldiÄŸini buldu.

Bunun üzerine topların ve tüfek namlularının içine “yiv” denilen boÄŸumlar, çizgiler koydular. Altı boÄŸumlu yive de bizde ÅŸeÅŸhane (yani 6 kısım) dendi.

Ancak bir adamın aklı yatmamış buna. Yarısı eski tip “kaval” (yivsiz), üst kısmı ise “ÅŸeÅŸhane” (yivli) bir tüfek yapmış kendine. OlmuÅŸ size altı kaval üstü ÅŸeÅŸhane bir tüfek.

Zaman içinde “ÅŸeÅŸhane” “ÅžiÅŸhane” ye dönüşmüş. Åžimdi gel de bunun doÄŸrusunu kullan.

Ya da bir diÄŸer durum Nike‘nin nasıl okunduÄŸu. Yaygın olarak “nayk” diye okunduÄŸu ve böyle kanıksandığı halde nasıl olur da “nayki” diye okursun. Öyle olmasa bile çıkıntı durur, ukala kaçar.

Şöyle bir bakındım nette, baÅŸka nasıl örnekler var diye. Sürüsüne bereket. “Kara sevda” tabirindeki sevda kelimesinin anlamının da kara olmasından dolayı ortaya garip kelime ikilisi çıkması, veya eÅŸkiya kelimesinin kendi başına çoÄŸul olup da eÅŸkiyalar ÅŸeklinde kullanıldığında çoÄŸulluÄŸunun ikilenmiÅŸ olması gibi. Örnek çok…Hatta o kadar ki şöyle bir tabirimiz de varmış; “Galat-ı meÅŸhur zamanla galat-ı meÅŸru olur”

Bu konuda galat-ı meÅŸhur’un yani yaygın yanlışın, hangi anlam olduÄŸu konusunda benim de fikir belirtmek istediÄŸim bir atasözü var; “TeÅŸbihte hata olmaz“. Tdk bunu;

Yeri geldiği zaman çirkin, kaba bir benzetme ile anlatıma daha etkili bir hava verilmesi saygısızca bir davranış değildir, kimse bundan alınmamalıdır.

ÅŸeklinde izah etmiÅŸ. Yapılan teÅŸbihe gücenmece, alınmaca olmaz demiÅŸ hani. Bu atasözünün bu anlamı ifade ettiÄŸini düşünmüyorum. DoÄŸrusunun “teÅŸbih(benzetme), öyle bir ÅŸeydir ki benzetilen ile benzeyen arasındaki iliÅŸki yanlış anlaşılmalara, kırgınlıklara, incinmelere sebebiyet verebilir. Bu yüzden teÅŸbih yaparken dikkatli olunması gerekir, hata kaldırmaz” ÅŸeklinde bir anlam olduÄŸunu ve böylece, iddialı olacak galiba ama, galat-ı meÅŸhur olanın Tdk’nın açıklaması olduÄŸunu söylüyorum vesselam : )

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Kitap isimleri

Cuma, 18 Kas 2011 4 yorum

Kafadan eyvallah… Ä°sim önemlidir. Gayet önemlidir hatta. Film ismi, kitap ismi, ürün ismi hatta çok daha bunların ötesinde insanın kendi ismi. İçeriÄŸe dair çaÄŸrışımlar taşır, taşımalıdır. Dikkat çekici olmasında, ilgi uyandırmasında, heveslendirmesinde hatta yine bunların ötesinde tüketime alenen tahrik etmesinde de sıkıntı görmüyorum. Ve fakat ki ahlaktan yoksun olamaz bir ÅŸeyin ismi, hele ki bir kitabın ismi. Yukarıda saydıklarımın da ötesinde körü körüne popüler olmak pahasına “isim uydurmak” ahlaksızlıktır. Çalmaktır. Hatta bunların da ötesinde kandırmaktır. Böyle bir durum tıpkı bir Temel fıkrasındaki duruma döner;

Temel kitap yazacaktır, çok satmasını istediÄŸi için Orhan Pamuk’a gider. Bir kitabın çok satması için gerekli sırrı sorar. Orhan Pamuk da “eÄŸer bir kitabın çok satmasını istiyorsan baÅŸlığı çok önemlidir. BaÅŸlık üç temel öğeyi içermelidir ki bunlar seks, polisiye ve asalettir. Åžimdi bu 3 öğeyi içeren bir baÅŸlık bul” diye Temel’i yönlendirir. Bunun üzerine Temel’in bulduÄŸu baÅŸlık “Kontesi kim s…i” dir. Pamuk baÅŸlığı beÄŸenir, lakin bu baÅŸlığa bir de din öğesi eklenirse çok daha iyi olacağını söyler Temel’e. Temel bir hafta sonra geri gelir; “Allah Allah kontesi kim s…i”.

Kastımın ne olduğunu göstermek adına aklıma ilk gelen bir kaç örnek;

-Parayı BulduÄŸum An Alayını – Erdal Demirkıran
-S*ktir Et & Hayatta Hiçbir Åžey Senden Önemli DeÄŸi – John C. Parkin
-1 Saatte Web Sitesi (Cd’li) / Hızlı ve Kolay – Michael Utvich/ Ken Milhous/ Yana Beylinson
-24 Saatte Photoshop CS3 Herkes İçin! – Kate Binder/ Carla Rose
-Herkes İçin Java – Herbert Schildt
-60 Saniyede Evet – Don Spini

Maalesef ki örnekler tonla. Sadece kitap ismiyle de sınırlı değil dediğim gibi. Sırf bir şeyi daha satılır ve pazarlanır yapmak adına o şeyin barındırmadığı bir takım vasıfları isminde vadetmesi, veya buna benzer olarak o vasfı hiç olmadık ölçülerde abartarak isminde bulundurması, ortalama insan aklı ve de mantığı süzgecine dahi giremeyecek derecede gülünç, yersiz, çapsız iddialar taşıması, ürünün hitap ettiği kitlenin eksikliklerini veya zaaflarını istismar etmesi hiç bir açıdan ahlaki değil.

Hadisenin bir diğer boyutu da olabildiğince akılda kalıcı ve alabildiğine popülerleşmeye müsait bir isim seçmek. Basitleşmek, sığlaşmak ve çirkinleşmek pahasına. Kendimde ve tanıdığım bir çok insanda tamamen ters etki yaptığını biliyorum. Okuyacağım, izleyeceğim veya satın alacağım varsa dahi sırf isimdeki o ukala, o ucuz, o sahtekar kokuyu aldığımda vazgeçiyorum. Hatta bunun da ötesinde daha bir klasikleşmiş olanlara meylediyorum sanırım : )

Mevzu kitap isminden çıktı aslında. Ama yazdıkça görüyorum ki mesele çok daha geniÅŸ. Kitap, film, cep telefonu tarifesi-kampanyası, ciklet, ÅŸampuan derken uzayıp gidebilir. Kısa keseyim…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Ne aç kal ne budala !

Salı, 25 Eki 2011 12 yorum

Åžimdilerde Apple’ın dahi çocuÄŸu Steve Jobs‘tan alıntılarla dolu internet siteleri, bloglar ve sair medya ortamları. Åžu konuÅŸmasında bunu dedi, ÅŸu röportajında ne demedi ki, nasıl bu kadar baÅŸarılı oldu, gençlere ne salık verdi, üniversiteyi neden terketti, Apple’dan nasıl kovulup döndü ?

“Kör ölür badem gözlü olur” deÄŸil söyleyeceklerimin ana teması. Daha bir baÅŸka, bir genel düzen eleÅŸtirisi. Kendini, her fırsatta olduÄŸu gibi, Steve Jobs’un ölümünü üzerinden de pazarlayan bir sisteme ve buna çanak tutan kimi Steve Jobs söylemlerine çakacağım. Hiç bir ÅŸekilde Steve Jobs’un mücadelesine, zekasına ve mucit kiÅŸiliÄŸine sözüm yoktur.

O meÅŸhur “Aç kal budala kal” konuÅŸmasına takmış durumdayım ilk ayaktan. KonuÅŸan Apple’ın CEO su deÄŸil de bir popüler kiÅŸisel geliÅŸim kitabının tuzu kuruluktan öte bir izlenim bırakamayan yazarı, elin eÅŸeÄŸini türkü çağırarak arayan keyfi yerinde komÅŸu gibi. Bunları “Ferrarisini Satan Bilge” de ya da “The Secret” da filan okumuÅŸtuk sanki. Hatta ÅŸimdilerde John C. Parkin diye bir arkadaşın “Siktir Et” adlı kitabında da daha ukala ve çirkin halini görebiliyoruz. DiyeceÄŸim o ki Steve Jobs’un bu ve buna benzer baÅŸka konuÅŸmalarındaki söylemler son derece keskin, son derece net ve bir o kadar iddialı. Her söylediÄŸini genelleyen bir hava ve daha kötüsü genelleÅŸtikçe yüzeye yaklaÅŸan söylemler. YüzeyselleÅŸtikçe sığlaÅŸan. Bir düzen bekçisi, bir “cyborg” eÄŸitmeni gibi cümleleri ve tavrı. Kendini tanımış da sıra insanlığa verilecek derslere gelmiÅŸ tadında.

BaÅŸarılı olmak ile kendini tanımak arasında bir iliÅŸki olduÄŸunu düşünmek ilk yanılgı kanımca. BaÅŸarılıysan bunun sebeplerini, nasıllarını düzgün analiz edememiÅŸ olabilirsin mesela. Çıkarsadığın doÄŸrular doÄŸru olmayabilir, ya da bunlar senin doÄŸruların olmayabilir. BaÅŸka baÅŸka insanlardan devÅŸirip kendine giydirdiÄŸin cicili bicili kelimeler olabilir. BaÅŸarının sebebi bu kurallara veya doÄŸrulara baÄŸlılığından deÄŸil de sadece ve sadece dümdüz bir ÅŸekilde zekana çok çalışmayı eklemekten filan ileri gelebilir. Bilmem hangi sözü duyduÄŸunda hayatının deÄŸiÅŸmiÅŸ olduÄŸunu, o andan itibaren bilmem ne kararlar aldığını o sözü duyduÄŸun an deÄŸil de, çok daha ileri bir vakitte o söze göre uyarlamış olabilirsin. Böyle bir uyarlamayı ÅŸu anda ben de yapabilirim mesela. SaÄŸlak olmama raÄŸmen neden çok iyi bir sol ayaÄŸa sahip olduÄŸumu, hatta herkesin beni solak sandığını, sol ayakla topu kalecinin uzanamayacağı köşelere rahatça bırakabildiÄŸimi şöyle afili bir sözün arkasından izah edebilirim. Bir hikayem olabilir, sivrileÅŸip, karikatürize edebilirim hadiseyi. Ä°ÅŸin aslı hiç de öyle deÄŸilken…

Bir de ÅŸu klasik “sevdiÄŸiniz, aşık olduÄŸunuz iÅŸi yapın” safsatası var elde. Herkes sevdiÄŸi iÅŸi yapmayabilir arkadaÅŸ, ki bir istatistik çalışması yapsak sanırım çalışanların yarıya yakını baÅŸka bir iÅŸ yapmak ister. Zaten düzen yeterince boÄŸazlarken neden sen de, o müthiÅŸ zekanla iÄŸne batırırsın insanların keÅŸkelerindeki, piÅŸmanlıklarındaki, beceremeyiÅŸlerindeki derin acıya. Hangi mantıkla kendi düzleminde baÅŸarılı oldun diye aynı kurallar silsilesi sonucu baÅŸkalarının da bir ÅŸeyleri baÅŸarabileceÄŸini iddia edebilirsin ki. Nedir bu bilgelik popülizmi, “benim kiÅŸisel geliÅŸimim herkesin kiÅŸisel geliÅŸimi olabilir, ayrıca benim kiÅŸisel geliÅŸimim seninkini döver” tavrı. Baydınız, bunalttınız koca bir nesli, çekin üstümüzden ÅŸu kendi doÄŸrularınızı, sığlıklarınızı, öze hiç bir zaman ulaÅŸamamış özlü sözlerinizi.

KiÅŸisel geliÅŸim kitaplarının ruhsuzluÄŸundan dem vuran tonla yazı okumuÅŸuzdur heralde. Yavanlığından ve küstahlığından. Hayatın hiç de öyle olmadığını bilir herkes. Ama yine de haber sitelerinin vazgeçilmez ve en çok tık alan ÅŸablonudur, “iÅŸinizde baÅŸarılı olmak için on adım”, “daha mutlu bir evliliÄŸe giden yol”, “kariyeriniz için bilmem kaç anahtar” minvalindeki resimli haberler. Oysa ne kolaydır üniversiteyi terketmek, ne afili bir ünvandır “üniversite terk”. Haber olursunuz, hikaye olursunuz kariyer basamaklarını tırmanırken. Gıpta edilen, parmakla gösterilen adam olursunuz bu halinizle. Hiç lafı dolandırmaya gerek yok, ne güzel demiÅŸ atalar “bekara karı boÅŸamak kolay”. Çevirecek olursak ÅŸimdiki zamana, bordrosunda 1 dolar yazsa da, kasasında milyarlar bulunan Apple CEO’suna üniversite mezunu olmak çok ÅŸey ifade etmeyebilir, aÅŸağılayabilir bile. Ve acı olan ÅŸu ki kimse de virgül atamaz diploma törenindeki bu afili konuÅŸmaya, olduÄŸu gibi kabul edilesidir çünkü. Tam da modern çağın gerektirdiÄŸi üzere; o “istemiÅŸtir”, “azmetmiÅŸtir”, “elde etmiÅŸtir”. BaÅŸarmıştır !

BaÅŸarılı olmak zorunda mıyız peki ? Ya da daha gerçekçi bir soru; baÅŸarı nedir ki ? Sana göre ÅŸirketler kurup, icatlar yapmak, sevdiÄŸin hatta dur abartayım aşık olduÄŸun iÅŸe gitmek mi ? Genellemelerin en güzeli, en bir tanesi Einstein abimizin formülünde yatar. Tıpkı deÄŸiÅŸmeyen tek ÅŸeyin deÄŸiÅŸim olması gibi; “Evrende görecelilik esastır”. Senin için baÅŸarıya kriter olan ÅŸeyler herkesin deÄŸerler sistemiyle örtüşmeyebilir. GerçeÄŸin her açıdan görünen tarafı ÅŸudur ki baÅŸarı da görecelidir. Farklıdır kiÅŸiden kiÅŸiye, deÄŸerler sisteminden deÄŸerler sistemine. Zengin olmak, nefsin arzu ve isteklerine kavuÅŸmak ÅŸimdiki dünya düzenin itelediÄŸi baÅŸarı kriteri mesela. Daha çok çalışarak, daha çok tüketmek. Evler, arabalar almak, paran olmasa da. Öyle ya, olmayan paranla geleceÄŸini satarak krediler kullanmak. Hani ÅŸu keferelerin “Consume, obey, die” zincirindeki gibi “Tüket, itaat et, öl” arkadaÅŸ. Ölesin ki yeni müşteriler gelsin. Hatta tam olarak yaÅŸ-tüketim eÄŸrisinin dibe vurduÄŸu anda filan öl. Öl ki ölüm yakışsın sana. Tıpkı Steve Jobs’un o meÅŸhur konuÅŸmasının son bölümünde ölüme söylediÄŸi güzelleme gibi;

“Åžimdiye dek hiç kimse ölümden kaçamamıştır. Bunun böyle de olması gerekir, çünkü ölüm hayatın en güzel icatlarından birisi. Hayat’ın deÄŸiÅŸim ajanı. Yenilere yer açmak için, eskilerden kurtulmanın tek çaresi. Åžu an için yeni sizsiniz, ama günün birinde, üstelik pek yakında siz de eskiyecek ve aradan çıkarılacaksınız. Bu kadar acımasız olduÄŸum için üzgünüm, ama gerçek bu.”

Hiç unutmam 95-96 sezonu Åžampiyonlar Ligi finalini, Borussia Dortmund 3 – Juventus 1… Ve bir Juventus’lu taraftarın maçın bitimiyle yüzünü elleri arasına alıp aÄŸlaşıyını. Öylesine dolu dolu bir hüzündür gözlerinden fışkıran, öylesine anlamlıdır ki benim gözümde, o kupayı kaldırmaktan çok daha fazla ÅŸey ifade eder. BaÅŸarı kupayı kaldırmaksa eÄŸer, ki öyle, ben baÅŸarısızlığı seçiyorum. O melankoliyi, biraz arabesk, biraz doÄŸulu bir tavırla da olsa o Juventus’lu taraftarın adam gibi hüznünü seçiyorum. ÇirkefleÅŸmeyen, sataÅŸmayan, dingin hüznü. Åžampiyonlar Ligi finalinde kaybeden bir BeÅŸiktaÅŸ hayal edebiliyorum, ve seviyorum o hayali, o hayali baÅŸarısızlığı, ikinciliÄŸi. Mevzu tam da burada aslında.

Dünyanın neden giderek daha yaÅŸanılmaz bir yer haline geldiÄŸine verilebilecek cevaplardan birisi de yukarıda sözünü ettiÄŸim baÅŸarısızlığa olan toplumsal,ailesel ve bunların da ötesinde bireysel tahammülsüzlük. Sürekli olarak bir ÅŸeyleri baÅŸarmak zorundayız. Her an bir baÅŸarı yakalamak üzereyiz. Her an bir baÅŸarılı gözümüzün önünde. Ve her an bir baÅŸarısızlığa yakınız. Her an baÅŸarısızlığa doÄŸru geri sayım, bir “deadline”. Budur iÅŸte bizi daraltan, boÄŸan, üzerimize çullanan. BaÅŸarısızlık ihtimalini göze aldığımız an özgürüz gibi geliyor bazen, hayatın böylesi bir ÅŸey olduÄŸunu idrak ettiÄŸimiz an.

Bu kadar gevelemenin üstüne aklıma Yunus’un dörtlüğü geliverdi. Sanki devam ederek hadiseyi iyice dağıtacak olduÄŸum cümleleri tek dörtlükte sıkıştırıp toparlamış gibi.

Ä°lim ilim bilmektir,
Ä°lim kendin bilmektir.
Sen kendin bilmezsin,
Ya nice okumaktır…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Sigarayı bırakmak…Yoksa ayrılıklar da sevdaya dahil mi ? : )

Salı, 03 May 2011 6 yorum

6 gün oldu. Sigarayı bıraktım mı, ara mı verdim bilmiyorum. Giderek bunun bir ara vermek olduğu düşüncesi hakim oluyor bende. Tamamen sigarasız bir yaşamak şekli tahayyül edebilemiyorum henüz. O kadar işlemiş hayatıma, yaşama şeklime. O kadar çok şeyle, zamanla, vakitle, durumla, hissiyatla ve eylemle ilişkilenmiş meğer. Zaman algısının orta yerine yerleştirmişiz sigarayı. Ve uzun yıllar boyunca böyle bir algı, böyle bir alışkanlık sonrası şimdi düzlemsel bir algıya dönüşmeye başladı zaman. İlerlemesi, habire ilerlemesi gereken, bir nevi Ramazan ayındaki akşam üstleri ile iftar arasındaki o dümdüz, gergin ve tedirgin zaman algısı gibi.

Hep insanın bırakmayı gerçekten isteyebilecek cesarete sahip olduÄŸunda çok rahat bir ÅŸekilde bırakabileceÄŸini savundum. Hakikaten de öyle oldu aslında. Ä°steyebildiÄŸim an bırakabildim. Ve fakat ki mevzunun yüzeysel, sığ sularında yüzebiliyormuÅŸ o düşünceler. Ä°lk kez bırakıyordum sigarayı, derinlere daldım bir kaç gün sonra. Felsefesini yapmaya, yıllardır aramızda nasıl bir iliÅŸki yumağı ördüğümüze filan daldım gittim. Ne bileyim “Sigara bırakılmaz, ara verilir” in hiç de öyle bir kalemde üstü çizilebilecek kadar basit ve ezbere bir tabir olmadığı fikrine filan vardım : ) Ne fiziksel olarak nikotin bağımlılığı, ne dudak tiryakiliÄŸi, ne sigaranın yerini neyle doldursak arayışları. Tırı vırı. Ya da yemek sonrası iç gıdıklanması, çayın tek başına kalışı filan…DeÄŸil, bunlar da deÄŸil. Mevzu daha derin. YaÅŸama algısı, hissetme duyusu ile doÄŸrudan doÄŸruya baÄŸlamışız sigarayı. Her daim, her duygu ve ruh halinde bir ufacık sevinç, bir küçük keyif, bir sade uzaklaÅŸma, baÅŸkalaÅŸma vaadeden, böylesi bir alışkanlıktan tamamen uzaklaÅŸmayı kolayca göze alamazmış insan. Böyle bir birliktelik kolayca bitmezmiÅŸ meÄŸer. Ve meÄŸer sigarayı hayatından tamamen çıkarma düşüncesi ayrı bir stres verdiÄŸi, bu fikre katlanamadığı için günde iki üç sigara ile mevzuyu geçici de olsa bir mutabakata vardırmış gibi görünen kuzen benden bir adım öndeymiÅŸ.

Atilla İlhan güzel demiş arkadaş, ayrılıklar da sevdaya dahil : )

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Edebiyat Etiketler:

Türkçe konuşamama !

Cumartesi, 12 Åžub 2011 1 yorum

O kadar çok abuk sabuk kelime duyar oldum ki son zamanlarda birşeyler karalamadan edemedim.

Kimsenin Türkçe konusunda bütün yabancı dillerdeki kelimeleri karşılar gibi iddiası yok. En azından ben duymadım böyle bir iddia. Veya gerçekten teknik bir tabirdir mevzu bahis olan kelime ve Türkçe’ye dahil olması da gerekmiyordur, o zaman da kullanırsın bu tip kelimeleri, eyvallah. Ama mevzu bu deÄŸil. Öyle kelimeler cümle içlerine serpiÅŸtirilir, öyle özensiz ve dikkatsiz kullanılır hale geldi ki ipin ucu kaçtı kaçacak gibi hissediyorum. Hani diyeceÄŸim o ki mevzu alışmak deÄŸil, kanıksar hale geliyoruz gibi.

Ä°nsanın konuÅŸtuÄŸu dil için emek sarfetmesi, az da olsa mücadele ediyor olması gerekir. YozlaÅŸmaması adına, biraz Ä°ngilizce biraz Fransızca biraz da ucuz yollu ukalalık ile bir laf salatasına dönüşmemesi adına gayretkeÅŸ olması gerekir. Dilin ne kadar önemli olduÄŸuna dair herhalde küçük bir Google araÅŸtırması ile onlarca hikmetli söz de bulunabilir. Aslolan gayret göstermektir. Öyle kelimeler, ifadeler vardır ki mesela anlarsın ki adam Türkçe dili dahilinde bir yerlere oturtmaya, bir karşılık bulup onu kullanmaya çalışıyordur. Kelimeleri tereddüt içindedir. Belli olur bu. “Spesifik” demez de örneÄŸin belirli, hususi filan der. “Spektaküler” demez harikulade, olaÄŸanüstü filan der ya da. “Case” demez de durum, ÅŸart, koÅŸul der. Yakıştırmaya çalışır hani. Anlarsın ki adam ipin ucunu kaçırmamaya çalışıyordur. Buna benzer bir dolu örnek yaşıyoruzdur hepimiz gündelik hayatın içinde. Ä°syanım tam olarak yukarıdaki örneklerde olduÄŸu gibi çok bir düşünme, debelenme süreci geçirmeden bir karşılığının bulunabileceÄŸi kelimeler için. Neden onları tercih etmiyoruza, neden bir çırpıda aÄŸzımızdan çıkarıveriyoruz o kelimeleri kısmına takılıyorum. Teknik bir mevzuya hakimiyet belirtisi sanıyoruz çoÄŸu kere. Veya çoÄŸu kere biraz genel kültür, hafif entellektüel hava serpiÅŸtirdiÄŸimizi sanıyoruz cümlelerimiz içine. Ve dile sahip çıkmak, dilin ve gündelik hayatın sözcük daÄŸarcağını geniÅŸ tutmak daha zahmetli gözüküyor gibi.

Yine de “feedback” demek “geribildirim” demekten ne kadar daha kolay ola ki ? Veya “restart etmek” demek “yeniden baÅŸlatmak” demekten, “publish etmek” demek “yayımlamak” demekten, “trend” demek “eÄŸilim” demekten… Sıkılmadan yazmaya devam ediyorum… “Dedicate etmek” demek “tahsis etmek” demekten, “full-time” demek “tam zamanlı” demekten, “absürd” demek “saçma” demekten. “ekstrem” demek “aşırı, uç” demekten, “empoze etmek” demek “dayatmak” demekten, “driver” demek “sürücü” demekten, “pesimist” demek “karamsar” demekten, “online” demek “çevrimiçi” demekten, “know-how” demek “birikim, yönetim bilgisi” demekten, “konsensüs” demekten “uzlaÅŸma” demekten, “realize etmek” demek “gerçekleÅŸtirmek” demekten ne kadar daha kolay ola ki ? Sıkılmadan yazmaya devam ediyorum… “Komünikasyon” demek “iletiÅŸim” demekten, “spontane” demek “kendiliÄŸinden” demekten, “print etmek” demek “yazdırmak” demekten, “cv” demek “özgeçmiÅŸ” demekten, “jenerasyon” demek “kuÅŸak, nesil” demekten, “deklare etmek” demek “bildirmek” demekten, “relaks olmak” demek “rahat olmak” demekten, “okey” demek “tamam” demekten, “check etmek” demek “kontrol etmek, denetlemek” demekten ne kadar daha kolay ola ki ? Sıkılmadan yazmaya devam ediyorum… “Bodyguard” demek “koruma” demekten, “dizayn” demek “tasarım” demekten, “ekstra” demek “fazladan” demekten, “prezentasyon” demek “sunum” demekten, “revize etmek” demek “gözden geçirmek, yenilemek,” demekten, “partner” demek “eÅŸ” demekten, “ambiyans” demek “hava, ortam” demekten, “laptop” demek “dizüstü” demekten, “okeylemek” demek “onaylamak” demekten, “elimine etmek” demek “elemek” demekten, “timing” demek “zamanlama” demekten , “illegal” demek “yasadışı” demekten, “legal” demek “yasal” demekten ne kadar kolay ola ki ?

Sonra oturur sızlanır, serzeniriz birbirimizi anlayamadığımızdan, yok efendim iletişim kuramadığımızdan, vay efendim aynı dili konuşamadığımızdan. E konuşmuyoruz ki zaten arkadaş ! Ucube cümleler, hilkat garibesi tabirler cirit atıyor ortalıkta. Olayı çığırından çıkardık çıkarıyoruz. Belki henüz demir ağlarla öremedik anayurdu dört baştan ama dilin içine ettik ediyoruz, fitilleri dibine dibine yerleştirdik yerleştiriyoruz.

Mevzunun bir baÅŸka boyutu var ki içler açısı. Ä°ngilizcede sonu “tion” ile biten ve düzgün bir karşılık bulamadığımız her kelime için sonu “siyon” ile biten kelimeler uyduruveriyoruz. En uç örneÄŸini “transaction” kelimesini “transaksiyon” ÅŸeklinde bir derginin kapağında gördüm. “Yok artık Ronaldinho!” dedim ben de sizin ÅŸu an dediÄŸiniz gibi. “Innovation” kelimesine “inovasyon” dediÄŸimizi, “application” kelimesi için “uygulama” gibi birebir örtüşen, hani “cuk oturan” bir karşılık olduÄŸu halde “aplikasyon” dediÄŸimizi ve bunun gibi bir dolusunu biliyordum ama bu artık son noktaydı sanırım. Allah beterlerinden saklasın. “Teknik yazıyoruz arkadaÅŸ, yapacak bir ÅŸey yok” gibi bir mazareti bu gibi kelimeleri uyduran arkadaÅŸlar sadece kendilerine anlatabilirler. Ya da şöyle serzeniÅŸler çok duyarız ; “Türkçede tam olarak bir karşılığı yok ki ama”. Nereye yok ? Nasıl yok ? Hangi lügata göre ? Senin 100 kelimeyi aÅŸmayan lügatına göre mi ? Yoksa deyim, terim ve ad olmak üzere toplam 616.767 kayıt barındıran Büyük Türkçe Sözlük’e göre mi ? Ki zaten o kelimelerin tam olarak karşılığı bu ÅŸekilde düşündüğümüz için yok ki. Sanıyoruz ki “abi know-how nere , yönetim bilgisi nere, çok farklı ÅŸeyler”. Hayır iÅŸte. Tam da buna hayır. Sen kullanmadığın için öyle sanıyorsun. Vaktiyle komputer komputer diye ortalıklarda dolaÅŸan abilerimize “bilgisayar” kelimesi türetildiÄŸi vakit sorsaydık onlar da “bilgi saymak mı ? ne alaka abi, computer nere bilgisayar nere” derlerdi heralde. O kadar ÅŸartlamışız ki kendimizi “specific” in tam olarak bir karÅŸlığı olmadığına, birileri “özel, belli, belirli, hususi, muayyen, ayrışık iÅŸte abi, duruma göre dilediÄŸini kullan” deyince sanki “tamam iÅŸte Türkçe’de karşılığı yok” tezi destek buluyormuÅŸ sanıyoruz.

Aslında durum sanılanın tam aksine. Türkçede o kadar çok karşılık var ki “specific” için. Yani “specific” e “spesifik” çok kelimemiz var. Bir dolu farklı durum için ilgili karşılığın kullanılması gerekiyor. Yerine, duruma ve derecesine göre. Oysa ki seçmemek daha kolay olanı. Ayırdetmeyi gerektirmiyor bir kere. Her bir farklı kelimenin manasını bilmek de gerektirmiyor. Dolayısıyla Türkçe’ de “özel, belli, belirli, hususi, muayyen, ayrışık” kelimelerinden birinin kullanıldığı heryere ÅŸak diye yapıştırıveriyoruz “specific” i. DediÄŸim gibi durum sanılanın tam aksine…

Türkçe üzerine yazılacak daha çok mevzu var. Tabelalardan, marka isimlerinden tut da, cahilce, aÅŸağılık kompleksi dolu ve çocukça “Türkilizce” uydurmalarımıza kadar. Yazarım elbet…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Türk Dil Kurumu’nun Ayıklama Operasyonu !

Pazar, 02 Oca 2011 1 yorum

Anayasa ve yasalardaki pozitif ayrımcılık ile ilgili düzenlemeler Türk Dil Kurumu (TDK) yayınlarına da yansıdı. Nesillerce kullanılan, “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin”, “Devletin malı deniz, yemeyen domuz”, “Eksik etek”, “Kaşık düşmanı” gibi küçük düşürücü, hakaret içeren ifadeler TDK sözlüklerinden titizlikle ayıklandı. TDK’dan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın, “Yeni sözlüklerde, genç kuÅŸaklara aktırılmasında yarar olmayan, yasalar ve genel ahlakla çeliÅŸen sözler yer almayacak” derken, bu kapsamda TDK’nın 7 bilim adamından oluÅŸturduÄŸu komisyon Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü’nde 20 bine yakın deyim ve atasözünü incelemeye tabii tutarak titiz bir ÅŸekilde ayıkladı.

Bir internet fenonemi olan abimiz gibi “Aralarında bir fark kaldı. O farkınan çok iyi oldu, çok da güzel oldu. Haa kurban olduÄŸum atasözleri geçmiÅŸten gelebilir, amma lakin ki…öyle deÄŸildir ! ” demek istiyorum.

Bu düzenleme sonrası insanlarımız artık bu atasözü ve deyimleri zihinlerinden de silerek bir daha hiç kullanmayacaklardır kesin. Öyle kafamızın estiği gibi, beğenmediğimiz, çağın getirdiklerine uyduramadığımız, geri kafalı, örümcek kafalı, komünist, devrimci bulduğumuz, veya fikrimizin köşeli yerlerine takılan ne kadar sözümüz, deyimimiz varsa onlar da tiz kaldırılsın sözlüklerden, ki böylece kültürümüz şenlensin, aklansın, pirüpak olsun.

Sözlük demek bilinmeyenleri izah eden demektir. Ä°lk kaynaktır, geçerli kaynaktır. Böyle bir durumda hani o kötü etkilenmesin dedikleri ileriki nesiller nereden bilecekler ki “Eksik etek” in veya “Bana dokunmayan yılan bin yaÅŸasın” ın ne demek olduÄŸunu. Bir ÅŸeyin tanımını yapmak bambaÅŸka ÅŸeydir, ki bu bir sözlüğün vasfıdır, görevidir, o ÅŸeyin iyi mi kötü olduÄŸuna karar vermek bambaÅŸka ÅŸey. Bu mantıkla ilerleyecek olursak bir dolu küfür ve argo kelimeyi de sözlüklerden kaldırırsak mesela, ileriki nesiller küfür bile etmeyeceklerdir. Ağızlarına biber sürmeye filan gerek kalmaz hem o zaman.

Vaktiyle bu topraklardaki çoÄŸu veya kimi insanların yaÅŸayışlarındaki bir varoluÅŸu ifade ediyor bu deyimler, bu sözler. O zamanlar böyle düşünenlerimiz var olduÄŸu için, vaktiyle bir anlatılmazı basit bir ÅŸekilde anlattıkları için atasözü oldular, dilimize yerleÅŸtiler. BeÄŸen beÄŸenme, sev sevme, katıl katılma. O bizim. O geçmiÅŸ bizim yahu. Ä°yisiyle kötüsüyle bizim o kültür. Öyle kırpılamaz, tıraÅŸlanamaz. Åžurasını beÄŸenmedim, burası olmamış denilerek eÄŸilip bükülemez tarih, geçmiÅŸ. “Ulen ÅŸu 93 Harbi fena bozu bizi, dağıldık resmen. Gençlerimizin zihnindeki anlı ÅŸanlı tarihe halel gelmesin, dur kaldıralım bunu tarih sayfalarından” diyemezsin. “14 yaşında Nazife hanıma da doyum olur mu ? diyen türkü varya, abi o türkü sapık resmen. Kaldırın repertualardan, çalmasın hiç kimse, neme lazım gençler kötü etkilenir filan” diyemezsin. Böyle birÅŸey olabilir mi ?

Tabi yakın tarihimizin yeni yeni aydınlandığı bu dönemlerde buna benzer nasıl sipariş üzerine tarihler yazıldığını da biliyoruz. Sipariş üzerine tarih yazılamacağı, türkü yakılamayacağı gibi yakışık almadığını düşündüğümüzden dolayı da de atasözlerinin, deyimlerin üzeri çizilemez, sipariş üzerine sözlük derlenemez. Sözlük varolanlar bütünüdür.

TDK’nun yapması gereken geçmiÅŸi ayıklamak deÄŸildir. Çağın getirdikleri adına birÅŸey yapılacaksa o da, teknolojinin ve internet dünyasının habire ithal ettiÄŸi ve Türkçe’nin içine yapışıp kalan tonlarca kelimenin kullanılabilir karşılıklarını düşünmek olabilir. E “bilgisayar” dan beri adam akıllı bir çeviri göremediÄŸimize, dilimize dolanmadığına göre de ; Åžefaatinizden vazgeçtik arkadaÅŸ, mezarımızdan taÅŸ çalmayın…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Bana dokunmayan yılan bin yaşasın çelişkisi

Pazartesi, 29 Mar 2010 Yorum yapılmamış

TDK’nın “birçok kimse, kendilerine kötülüğü dokunmayan kiÅŸiye iliÅŸmek istemez.” ÅŸeklinde izah ettiÄŸi bu atasözünün çoÄŸu kere yanlış kullanıldığını görüyorum. Kendimce düzeltme gereÄŸi gördüm.

Bir kere bu sözde bir tavsiye, bir öğüt yaklaşımı yoktur. TDK’nın da izah ettiÄŸi gibi bu bir gözlemdir. “Böylesi insanlar” iÅŸareti vardır. Yanlış kullananların en sık yaptığı hata ise cümleyi olduÄŸu gibi alıp, atasözü olmasına binaen bir nasihatmış gibi deÄŸerlendirmek. KarşılaÅŸtırdığım iki mana var.

Birincisi;Size doğrudan kötülüğü dokunmayan, size ilişmeyen kötülükleri engellemek adına mücadele etmeyip göz yumabilirsiniz, yer yer gamsız ve aymaz olabilirsiniz böylesi durumlarda.

İkincisi:Kendisine doğrudan kötülüğü dokunmayan, ilişmeyen kötülükleri engellemek adına mücadele etmeyip göz yuman, yer yer gamsız ve aymaz olabilen kişinin teşbihi.

Atasözünü birinci şekli ile yorumlayıp kullanmak ve örneklendirmek yanlıştır. Burada asıl kasıt bir durumdur, onun izahı yapılmış, o duruma bir yakıştırma yapılmıştır. İkinci manada kastettiğim gibi. Bu yönüyle de bir deyim havası vardır hatta.

Yanlış bir mana ithaf ettikten sonra da, bu atasözünü kullanıp parantez içinde, tırnak arasında “vay efendim böyle bir salığı veren atalar hangi atalar çok merek ediyorum” gibilerinden artislenmeler de ÅŸurada bahsini ettiÄŸim kategoriye dahil edilebilir.

Varsayalım ki hakikaten de benim yanlış kullanıldığını iddia ettiğim gibi mana var bu sözde. Yani birinci manayı kastetmiş olsun atalar. Bu kez de atasözü tanımına ters bir durum teşkil etmiş olur. TDK şöyle açıklamış atasözü kelimesini :

(ata’sözü) Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiÅŸ ve halka mal olmuÅŸ, öğüt verici nitelikte söz, darbımesel:

(atasözü) Eski kuşakların denemelerinden kalma yol gösterici, akıl verici yargı ve öğüt.

Peki böylesi bir tanıma sahip bir söz dizisi birincideki gibi bir mana vermek istemiş olabilir mi hakikaten ?
El cevap: Hayır. En azından ben, böyle bir manası olmuş olsa idi, halk tarafından benimsenip günümüze kadar ulaşmış olmazdı diye düşünüyorum.

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail