ArÅŸiv

‘Edebiyat’ kategorisi için arÅŸiv

Åžeyh Edebali’nin Osman Bey’e nasihati uydurma mı ?

Perşembe, 18 Mar 2010 Yorum yapılmamış

Bir köşe yazısı okurken internette ve bir dolu daha baÅŸka yerde levhalar halinde görüğümüz ÅŸu meÅŸhur “Åžeyh Edebali’nin Osman Bey’e Öğütleri” baÅŸlıklı yazının uydurma olduÄŸunu konusu çekti dikkatimi. Hani ÅŸu

Ey OÄŸul! Beysin…

Bundan sonra öfke bize, uysallık sana..

Güceniklik bize, gönül almak sana…

Suçlamak bize, katlanmak sana…

şeklinde devam eden öğütler.

Google amcaya sordum, karşıma iki önemli köşe yazısı çıktı. Tarihçi Murat Bardakçı ÅŸuradaki yazısında bu öğütlerin bir Ä°ttihad Terakki uydurması olduÄŸunu, gazeteci-yazar BeÅŸir AyvazoÄŸlu da ÅŸuradaki yazısında bunun Tarık BuÄŸra’nın yakıştırması olduÄŸunu yazmışlar. Fakat ikisinin de ortak olarak belirttikleri ÅŸey AşıkpaÅŸazade, Şükrullah, NiÅŸancı Mehmed PaÅŸa, Oruç Bey gibi önemli Osmanlı tarihçilerinin kaynaklarında böyle bir bahis geçmediÄŸi.

Peki bu öğütlerin hakikaten de Şeyh Edebali tarafından söylenmemiş olması neyi değiştirir? Elbette ki yazının edebi değerini ve anlamını değiştirmez. Kimin söylediğine değil de ne söylediğine bakıyorsak tabi. Hani bu tıpkı sizin yaşam tecrübelerinizden çıkarsadığınız kimi beylik sözlerin altına bir büyük düşünürün adını koyup arkadaşlarınızın fikrini öğrenmenize benzer. Ve fakat tarihin ne kadar saptırılmaya, manipüle edilmeye ve üzerinden toplum mühendislikleri uygulanmaya çalışılan bir bilim dalı olduğunu gösterir. Bir diğer gösteriği şey de internette yazılan herşeye inanmamak gerektiği, az biraz kurcalamak, dikine gitmek gerektiği sanırım.

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Bakış Açısı – 2

Salı, 09 Mar 2010 Yorum yapılmamış

Habire hikaye yayınlamak niyetinde deÄŸilim elbetteki. Hani sadece lafı çok dolandırmadan, eÄŸip bükmeden nokta atışı yapan anektod, küçük hikaye türü yazıları yayınlamak niyetindeyim. Sanırım bu aralar bu tip hikayeleri yakalama oranım arttı. 3 okusam 2 sini tutuyorum. Bir tanesi daha…

Hayatta bizi mutlu kılan, düşünce tarzımızdır. Her şeyi kuruntu yapıp, en ufak hadiseleri dahi büyütürsek, her gün koskoca bir dünya başımıza yıkılır. Bin bir sıkıntı içinden, güzel olan olayları ayıklamayı başarmalıyız.

Lotoda bir milyon lira kazanan Ahmet Bey’in karşısına, gözyaÅŸları için bir kadın çıkar. Kızının çok ağır bir hastalığa yakalandığını, 100 bin lira bulamazsa, onu kurtaramayacağını anlatır. Ahmet Bey o kadar etkilenir ki, fazla sorup soruÅŸturmadan bu parayı kadına verir. KonuÅŸmaya ÅŸahit olan bir ÅŸahıs, kadını gizlice takip eder ve anlattığı hikâyenin doÄŸru olmadığını anlar. Kadın, “kızım ölümcül bir hastalığa yakalandı” derken, yalan söylemiÅŸ, resmen Ahmet Bey’i dolandırmıştır. Gider, bunu Ahmet Bey’e nakleder. Ama, muhatabının yüzünde hiçbir üzüntü ifadesine rastlamaz. Aksine, Ahmet Bey, memnun olmuÅŸ gibi gülümsemektedir. Merakla sorar:
– Sizi kandırdı bu kadın. 100 bin liranızı dolandırdı, hiç üzülmediniz mi?
– Neden üzüleyim ki! Aksine, ölümcül hastalığa yakalanmış bir kızın olmaması beni sevindirdi.

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Edebiyat Etiketler:

Metro yolculukları

Cumartesi, 06 Mar 2010 Yorum yapılmamış

Sevemedim, sevmiyorum metro yolculuklarını. Yerin altında, kapalı ve pencerelerinin ötesinde karanlıktan ve gri betonlardan baÅŸka bir ÅŸey vadetmeyen bir mekanda insanların tüneldeki o boÅŸ -ama hakikaten boÅŸ- karanlığı seyrettiÄŸi, bakışların sürekli birbirleri üzerinde gezinip sonra boÅŸluÄŸa doÄŸru çevrildiÄŸi bir gidiÅŸ bu, belki de gidemeyiÅŸ. Duraklar sabittir, kaç dakikada nereye varmış olunacağı, duraklarda kaç saniye duracağı tam olarak belirlidir. Belki de bu kesinlik boÄŸuyordur beni, ihitmallerin omadığı, “dümdüz bir ray üzerinde” gitmenin dayanılmaz netliÄŸi, düzlüğüdür belki. Bilemiyorum bana has bir durum mudur ineceÄŸi istasyona kilitlenip geçmesi gereken durakları, dakikaları sayma takıntısı ve bu boÄŸucu kesinlikten sıyrılıp hayatın bilinmezliÄŸine devam etme hissiyatı. Geride kalan her durak daha az karanlık vadedermiÅŸ ve daha az kesinlik demekmiÅŸ gibi hissediyorum. Hani acaba yollardaki trafiÄŸe takılmama ihtimalini mi seviyorum ? Sol ÅŸeritten geçerken türlü küfürler savuracağım bir Ferrari görme ihtimalini belki, belki de bir taksi-minibüs-iett üçgenindeki dar alanda kısa paslaÅŸmaları. Ya da daha sıradanı dalıp gitmek, neye baktığının hiçbir önemi olmadan. Bir tabelada görmek sevgilinin adını ve bir sevinç duymak içinde, son anda kırmızı ışığa takılmaktan sıyrılmak ya da.

Seyahat etmenin doÄŸasının bir gereÄŸidir görmek, seyretmek ve keÅŸfetmek. Varılacak yere doÄŸru giderken bir keÅŸif halinde olmayı kastediyorum hani. Bir temaÅŸa. HoÅŸ aynı seyahati hemen her gün yaparken onun adı ne kadar temeÅŸa olur o da ayrı mevzu. Yine de tam da bu duygu eksik metro yolculuklarında. KeÅŸif duygusu. Ne ile karşılaşılacığının malumluÄŸu, heyecansızlığı. Gözlerin hiçbirÅŸey göremeyecek olmasının karamsarlığı. Ne cadde boyunda yürüyen insanlar görebilirsiniz, ne de ÅŸehrin telaşına, semtin kimliÄŸine dair herhangi bir ÅŸeye tanıklık edebilirsiniz. O anda ÅŸehrin de semtin de dahilinde deÄŸilsinizdir çünkü. Fiziksel olarak da :), ruhen de…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Edebiyat Etiketler:

Derinliklerinde başlıyor serüven

Cumartesi, 27 Şub 2010 Yorum yapılmamış

Lise yıllarının ajandalarında kalmış, kime ait olduÄŸunu bilmediÄŸim anonim bir ÅŸiir. Nedendir bilmiyorum, ayrı bir büyüsü varmış gibi…Bir gün anonimliÄŸini kendimce fesh edip bana ait olduÄŸunu iddia etmeye baÅŸlayacağım : )

Derinliklerinde, derinliklerinde başlıyor serüven

Kapılıyorsun akıntıya

Kayboluyorsun

Nehrin bütün zerrelerinde arıyorsun kendini

Kaybolmana inat tekrar kayboluyorsun

Bulunmak kelimesi siliniyor lügatından

AÄŸlıyorsun…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Edebiyat Etiketler:

4.güç; medya

Cumartesi, 27 Åžub 2010 1 yorum

Medya manipülasyonu işte böyle birşey olsa gerek

Bir ülkede bir bakan, kendisini gazetecilere hiç sevdirememişti. Ne yapsa makbule geçmiyor, basın hergün kendisiyle uğraşıyordu. Nihayet :
-Öyle bir şey yapayım ki, gazeteciler mat olsun, diye düşündü ve ilan etti :
-Pazar günü saat 10’da bakan denizin üzerinden yürüyerek geçecek.
Pazar sabahı saat 10’da tüm basın mensupları toplandılar orada. Bakan geldi ve elinde bastonuyla denizin üzerinde yürümeye baÅŸladı. Karşı kıyıya kadar da yürüdü geçti. Herkesin gözleri dehÅŸetle açılmıstı.
Fakat ertesi günü tüm gazetelerde şu başlık okundu :
-Bakan yüzme bilmiyor!

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Edebiyat Etiketler:

Siyah Beyaz

Çarşamba, 17 Şub 2010 Yorum yapılmamış

Nedenlerini çözmek zorlandığım bir olgu var. Siyah ile beyazın ayrımı gibi. Herhangi bir fikir, eylem, var oluş bu söylediğime konu olabilir. Bir sinema filminden yola çıkacak olursak; Popüler olmuş bir film vardır ortalıkta örneğin. Beğenenler ağırlıktadır. Kastettiğim olgu tam da bu filmi samimi olarak beğenmemiş olanlarda görülebilir mesela. Film birden bire yerden yere vurulur. Beğenenler ak diyorsa, kara denir her türlü açıdan. Halbuki beğenmeyişi bu kadar şiddetli bir hissiyat veya fikir değildir. Maksat kah tutunmaktır , kah popüler bir şeyler söylemiş olmak, kah da söylediklerini abarttığında gerçeklik yüzdesinin artmış olacağını düşünmüş olmasıdır. Böyle durumlarda film beğenilmemiş hiç beğenilmemiş gibi yapılır, mesela 10 üzerinden 6 vereceği varsa 3 veresi gelir.

Film tartışmaları basit birer örnek aslında. Hayatın hemen her sahnesinde karşımızda bu sahne. A kiÅŸisi beÄŸenilmiyorsa vay efendim şöyledir, yok efendim böyledir. X partisine oy verilmiyorsa, verenler bile aptaldır. K gazetesi okuyucusu deÄŸilse, o gazete bile deÄŸildir. Televizyondaki M programı beÄŸenilmiyor ve izlenmiyorsa, yere batasıca progamdır. V kiÅŸine aşık deÄŸilsek artık, artık nefret etmeliyizdir. Recep Ä°vedik i beÄŸenmiyorsak, 5 para etmezdir. Ve aksine beÄŸenmiÅŸsek , beÄŸenmeyenler elitist züppeledir gözümüzde. H oyuncusunu beÄŸenmiyorsak ondan bir cacık olmazdır ve J oyuncusu favorimizse Hollywood’da neden oynamazdır ki. Cep telefonu kullanımının zararlı olduÄŸunu düşünen birine, derhal “Bu devirde cep telefonu olmadan olur mu, saçmalıyorsun” denir hemen. Modernist deÄŸilsek, anti modernistizdir iÅŸte. “Hepimiz Hrant Dink” deÄŸilsek, faÅŸistizdir. Firefox favori tarayıcımızsa, Internet Explorer ne salak bir tarayıcıdır. Vel asılı kelam siyah deÄŸilsek beyazız, beyaz deÄŸilsek siyah.

Neden konusunda ki fikrim yine popülerlik bastırması, şöhret dürtüsüdür. Grilikler hiç bir zaman yeterince anlaşılamaz, griyi anlamak zordur, griyi anlamak bilgi ister, saygı ister, tahammül ister, cesaret ister. Oysa her insan söylediÄŸinin dikkate alınmasını, önemsenmesini ister haliyle. Ä°ÅŸte tam da bu noktada ortaya çıkıyor kutuplaÅŸma. Gri bir söylem çok da dikkate alınmadığından, siyahı veya beyazı tercih ediyor insanlar. Bir misal da futoboldan vermezsem içim gıdıklanır. BeÅŸiktaÅŸ o gün 90 dakika içinde deÄŸiÅŸen bir futbol oynamıştır, zaman zaman çok iyi organize olmuÅŸtur, zaman zaman bocalamıştır ve hakikaten temizinden analiz edilmesi gerekiyordur mesela. Ertesi gün anlarsınız mevzuyu. Ahmet efendi yerlerden yerlere vurur BeÅŸiktaÅŸ’ı. Bu BeÅŸiktaÅŸ’tan cacık olmaz diye yırtınır durur. Hararetle okursunuz yazıyı, belleÄŸinizde yer bile eder. Çünkü kapkara bir tablodur çizdiÄŸi. Bir diÄŸeri göklere çıkarmıştır takımı, gelecek parlaktır, kara görünmüştür bile. BelleÄŸinizde yer eder derhal, BeÅŸiktaÅŸlıysanız keyfiniz bile yerine gelir.

Oysa ki hayat hiç de böyle deÄŸildir. Grinin tonlarındayızdır aslında, kah siyaha çalarız kah beyaza…

Bir baÅŸka yazıda bu konuya devam etmek üzere…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Edebiyat Etiketler:

Bakış açısı

Salı, 16 Şub 2010 Yorum yapılmamış

Paylaşmadan edemeyeceğim bir hikaye. Uzun uzadıya yorumlara müsait olsa da hikaye nokta atışı yapıyor.

Adamın biri Newyork Central park ‘ ta yürüyüş yaparken , aniden bir köpeÄŸin küçük bir kıza saldırdığını görür.KoÅŸar ve köpekle boÄŸuÅŸmaya baÅŸlar. Hayli uzun bir boÄŸuÅŸmadan sonra , üzeri yara bere içinde kalır ama köpeÄŸi öldürür. Bu arada küçük kızın da hayatını kurtarmıştır. Son anda bu sahneyi gören polis nefes nefese olay yerine koÅŸar ve adamın yanına gelir. Sarılıp teÅŸekkür ettikten sonra der ki :
– Sen bir kahramansın ! Yarın bütün gazeteler seni yazacaklar. Ve göreceksin baÅŸlık da şöyle olacak :
” Newyork ‘lu cesur bir genç, küçük kızın hayatını kurtardı! ”
– Ama ben Newyork ‘lu deÄŸilim ki !
– Farketmez. Bu durumda o zaman gazeteler ÅŸunu yazacaklar :
” Cesur bir Amerika ‘lı küçük kızın hayatını kurtardı !”
– Ama ben Amerka ‘lı da deÄŸilim.
– Yine farketmez. O zaman da gazeteler şöyle yazarlar :
” Ä°nsanlık ölmedi. Bir genç, küçük kızın hayatını kurtardı !”
– Peki, sen nerelisin ?
– Ben Irak ‘lıyım !
Polis kızı hastaneye götürür. Adam ertesi gün gazeteleri aldığında şöyle bir başlıkla karşılaşır :
” Radikal bir islamcı, masum Amerikan köpeÄŸini öldürdü !”

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Edebiyat Etiketler: