Yıllardır her sinema muhabbetinde sıra Türk sinemasının henüz el atmadığı Osmanlı tarihine dair meselelere gelindiÄŸinde “Ä°stanbul’un fethini neden çekmez ki bizimkiler” benzerinde sitemlere konu olan Ä°stanbul’un fethi nihayet sinemaya aktarıldı. Sırf adı bile büyük büyük beklentiler meydana getirdi tabi ki. Heyecanlandık filan hani. “Neden olmasın” a geldik.
Ve fakat ki filmi izledikten sonra “neden olsun ki” ye döndüm ben. OturduÄŸum yerden filmi yerden yere vurabilirim. Vurasım da var aslında. Lakin ki en nihayetinde ortaya konmuÅŸ büyük bir emek ve ciddi bir cesaret gerektiren giriÅŸim var. Bende uyandırdığı kötü izlenimlere bu emeÄŸe ve giriÅŸime olan saygımdan dolayı biraz ket vuruyorum. Tabi bir de Türk sinemasına Hollywood sinemasından baÅŸka sinema tanımayan elitist tavırla yaklaÅŸmak istemiyorum hadiseye.
Film Ä°stanbul’un fethi öncesi yapılan askeri ve siyasi hazırlıklar ile baÅŸlayıp, devam edip, fetih ile sonlanıyor. Olay Fatih Sultan Mehmet ve Ulubatlı Hasan üzerinden hikayeleÅŸtirilmiÅŸ. Araya bir de aÅŸk hikayesi serpiÅŸtirilmiÅŸ. Yapım ve hikaye elverdiÄŸi ölçüde savaÅŸ sahneleri var. Zamanın Ä°stanbul’u ve Osmanlı baÅŸkenti Edirne grafik ortamla bayağı bir desteklenmiÅŸ. Ayrıca bütçesine oranla fazlaca ÅŸehir ve tarihi mekan kullanılmış. Oyuncu kadrosu Ulubatlı Hasan karakterini canlandıran oyuncu dışında öyle pek bilindik isimlerden oluÅŸmuyor.
Öncelikle filmin hikayesinde ciddi sıkıntılar olduÄŸunu söyleyeyim. Bir bütünlük oluÅŸturup, film senaryosu haline gelememiÅŸ. Bölük pörçük. Olayın ana akışın saÄŸlanacağı nokta bir türlü bulunanamış gibi. Fatih penceresinden mi, bir Osmanlı yeniçerisi Ulubatlı Hasan( ki bu da efsane olabilir) penceresinden mi, yoksa çağın siyasi oluÅŸumu açısından mı, fethin Ä°slam alemi boyutu açısından mı baktığını ifade edememiÅŸ. Bunun temel sebeplerinden birisi filme Ä°stanbul’un fethi ile ilgili bilinen ne kadar ortak bilgi ve hikaye varsa dahil edilmeye çalışılması diye düşünüyorum. Efendim iÅŸte gemilerin yürütülmesi, fetih öncesi KaramanoÄŸlu BeyliÄŸi ile yaÅŸanan gerginlik, Fatih’in -o tablolara konu olan- olay sırasında bir ara ciddi bir ÅŸekilde öfkelenip atını denize sürmesi, fetih öncesi Rumeli’ye hisar inÅŸa edilmesi, Ulubatlı Hasan’ın sancağı burçlara dikmesi, AkÅŸemsettin’in Eyyub A.S’ın mezarının yerini bulması, lağımcıların fetih sırasında yaÅŸadıkları, Osmanlı ordusunun son saldırı öncesi cemaat halinde kıldığı namaz, fethin baÅŸarısını borçlu olduÄŸu iki büyük top, Fatih’in fetih sonrası ÅŸehre giriÅŸi, yine Ayasofya’ya sığınmış halka hitaben söyledikleri ve sair…Hepsi mevcut filmde. Hani bu yaklaşım biraz ondan, biraz bundan, biraz da ÅŸundan ÅŸeklindeki ne üdüğü belirsiz bir yemek tarifine benziyor. Ä°ÅŸte bu kadar dallanıp budaklanınca, -popülist ve ticari kaygılardan olsa gerek- hepsini barındırmak isteÄŸi taşıyınca hikaye kalmamış ortada. Ordan oraya tam olarak “atlayan” sahnelerin bir araya geliÅŸinden farklı bir ÅŸey çıkmamış ortaya. Bütün bunların üstüne bir de vay efendim o sırada Vatikan, yok Cenova yok Mora derken hepten dağıtmış kendini.
Hiç bir olay bu kadar geniÅŸ yelpaze ile, her detayı kavrar bir halde sinemaya aktarılamaz diye düşünüyorum. Bir karar vermek, kesip biçmek zorunda kalınır illaki. Aklıma gelen en net örnek ÇaÄŸrı filmi. Dönemin bir dolu önemli vakasının filmde adı bile geçmiyordu. Miraç’tan tutun da, daha evvel eÅŸi benzeri görülmemiÅŸ Hendek Savaşı’na kadar. Veyahut da II.Dünya Savaşı’nı Fetih 1453 gibi çekmiÅŸ bir film örneÄŸini bulamazsınız. Her bir II.Dünya Savaşı filmi olayın bir perdesini, bir penceresini, bir dönemini yansıtır. Zaten öbür türlüsünü ya bir belgeselde ya da bir ansiklopedide bulabilirsiniz.
Ayrıca diyaloglardaki sıradanlık ve özensizlik ayan beyan ortada. Hemen her cümlede döneme dair, veya bir olayı izah eder biçimde bilgiler verme durumu fena halde daraltıcı. Hiçbir tadı tuzu yok söylenenlerin. AkÅŸemsettin gibi bir ÅŸahsiyetin söyledikleri dahi, dizi karakterlerinin 90 dakikalık süreye oynamak maksatlı gevelemelerinden öteye geçememiÅŸ. Artık görmekten içimizin geçtiÄŸi bir dolu ÅŸey tekrar edilmiÅŸ filmde. Birinin bilmem hangi sebepten dolayı bilmem neyden koruyacağına inanarak birine kolye verdiÄŸi sahnede gözlerimi kapadım artık…Filmde ikinci bir dil kullanılmaması da enteresan hani. Ä°nsan bari en son Fatih’in Bizans halkına seslendiÄŸi sahnede o halkın dilinin kullanılmasını bekliyor. Cık. Bütün senaryo günümüz Türkçe’si. Tabi bu da bir tercih, olabilir. Ama madem günümüz Türkçesi ise tercihin, neden araya bir kaç eski Türkçe kelime sıkıştırmaya çalışırsın, neden Fatih’in ÅŸair kiÅŸiliÄŸini göstereceÄŸim diye kimsenin tek kelime anlamayacağı bir ÅŸiiri koyarsın, bilinmez…
Filmden sonra epeyce tartışılan tarihi olayların yanlış aksettirilmesi konusuna gelince, eğer bu aksettirmek işi bir yalana veya bir iftiraya dönüşmüyor ve sadece bir hikayenin film haline getirilirken yaşadığı dönüşümlerden birisini yaşıyorsa, sıkıntı yok kanımca. Yoksa elbetteki hemen her tarihi filmde benzer bir sürü hata veya yanlışlık bulunabilir.
Böylesi bir filmin en önemli taraflarından birisi olan savaÅŸ sahneleri için çok da kötü birÅŸey söyleyemeyeceÄŸim. Hiç fena olmamış. Özellikle surlara doÄŸru yapılan iki büyük saldırı sahnesi ve yakın çekim dövüş sahneleri gayet de baÅŸarılı gözüktü gözüme. Arka planda kalan figüranları görmezden gelirsek olmuÅŸ diyebilirim. Bir ara Spartacus’deki kılıç sahnelerini bile anımsattı. Bir de iki büyük topun hazırlanışının anlatıldığı bölüm de oldukça baÅŸarılıydı. Sorun grafik ortamda oluÅŸturulmuÅŸ uzak plan çekimlerin olduÄŸu sahnelerdeydi. Montajda kesin olarak çıkması gerekecek kadar kötü gözüken sahneler. Hele hele Cenova gemisinin batırıldığı ve Bizans imparatorunun Hipodrom’da halka seslendiÄŸi sahne bilgisayar oyunlarındaki en alt seviye grafik ayarlarındaki ahali görüntülerini hatırlattı. Bir de uzak plan Ä°stanbul ve Edirne görüntüleri türünün örneklerinde gördüklerimizin yanına dahi yaklaÅŸamamış. Biz ki Yüzüklerin Efendisi’ndeki Minas Tiriht’i veya Cennetin Krallığındaki Kudüs’ü görmüş kuÅŸaklarız. Bu açıdan ayağını yorganına göre uzatamamış, iddialı olmak isterken komik duruma düşmüş denebilir.
Tam da burada karakterlerle ilgili bir kaç ÅŸey ekleyeyim. Dönemin önemli isimleri Çandarlı Halil ve Bizans’ın elindeki Fatih’in kardeÅŸi Orhan karakteri berbat bir ÅŸekilde iÅŸlenmiÅŸ ve oynanmış. Yakışıksız olmuÅŸ, komik durmuÅŸ. O nasıl basiretsiz ve dirayetsiz bir sadrazam görüntüsüdür, o ne silik ve yanaÅŸma bir Fatih Sultan Mehmet kardeÅŸidir. BaÅŸarılı olduÄŸunu düşündüğüm dövüş sahnelerindeki Ulubatlı Hasan ile Fatih Sultan Mehmet karakterleri. Ä°nandırmışlar, yakışık almışlar.
En nihayetinde bu tür filmler yapım iÅŸidir, bütçe iÅŸidir. Ne kadar ekmek o kadar köfteye denk gelebilir biraz. Ama yine de metin daha eli yüzü düzgün olabilir. Olayın felsefesi daha usturuplu bir ÅŸekilde anlatılabilir. Hikaye ayakta kalabilir. Oyuncu seçimleri daha iyi olabilir. Aslında bu açılardan bakınca MalkaçoÄŸlu’ndan, Kara Murat’dan çok da öteye geçememiÅŸ olduÄŸunu farkettim ÅŸimdi. Yazık olmuÅŸ.
Son Yorumlar