ArÅŸiv

Buna etikete sahip yazılar; ‘the hunt’

Jagten (The Hunt – Onur Savaşı)

Çarşamba, 23 Eki 2013 1 yorum


Tam da Kim Ki Duk’un son filmi Moebius‘un sinemalarımızda “Kim Ki Duk’tan Moebius” adıyla gösterime girmesinden bahsediyorduk. Åžaka mısınız ? Filmin adına yönetmenin adının eklendiÄŸi nerede görülmüş. En fazla “a film by Kim Ki Duk” filan der, ilgili arkadaÅŸlara göz edersin. Veya “Oscar nominated director”, “Oscar winner director” filan dersin cezbetmek adına. Geçelim…

Jagten girdi bir hafta sonra. Film isimlerinin birebir çevirilmesi gerektiÄŸi gibi bir kanatim yok elbette. Elin “çattık” dediÄŸine biz “ettik” diyebiliriz. CoÄŸrafya, kültür ve dil farklılıklarından ötürü birebir çevirinin kötü olacağı durumlar vardır. Örneklendirmeye gerek yok. Lakin bu öyle bir ÅŸey deÄŸil. Danimarkalının Jagten, Ä°ngilizin The Hunt, Fransızın La Chasse dediÄŸine Onur Savaşı denmez, dememelisin. Ãœstelik filmin orjinal adı filme müthiÅŸ yakışmış, dolaylı anlatımlara filan da sahip tek başında. Kaldı ki verdiÄŸin isim kötü olmaktan baÅŸka filme dair saÄŸlam bir ön bilgi(spoiler) de içeriyor. Filme geçelim…

Filmi izlemeyenleri uyarayım. Duymamanız gereken şeyler duyabilirsiniz.

(Çok sevmesem de, filmin konusunu anlatmak işini geniş zaman anlatımından başka bir anlatımla pek beceremiyorum. Hoş görüle, es geçile)

ArkadaÅŸ sohbetleriye, dost meclisleriyle ve geyik avcılığıyla hayatlarına devam eden güzel insanların yaÅŸadığı soÄŸuk bir Danimarka ÅŸehri. Çocuklarla arası gayet iyi olan orta yaÅŸlarındaki Lucas öğretmendir ve yalnız yaşıyordur. Okulların tatil olduÄŸu dönemde bir kreÅŸte çalışmaktadır. Sonrasında Lucas’ın en yakın arkadaşının küçük kızının hangi ÅŸartlar ve psikoloji içinde söylediÄŸi filmin geri kalanında biraz biraz anlaşılan yalanı ile hikayenin seyri deÄŸiÅŸir. Lucas çevresi tarafından ötelenmeye baÅŸlar. Hemen hemen bütün eÅŸi dostu aynı tereddütleri yaÅŸar, aynı sorulara cevap arar. Buldukları cevaplar farklıdır. Ä°nsan kırk yıllık dostunu hakikaten de tanıyamamış olabilir mi ? Küçücük bir çocuk böylesi bir yalan söyler mi ? Söylerse neden söyler ? Lucas hakikaten de bir sapkın mıdır ? Yok, masumsa gerçeÄŸi neden yüksek sesle haykırmıyor, isyan etmiyordur ? Mahkemelerin verdiÄŸi kararlar kiÅŸisel vicdan muhasebesini ne kadar deÄŸiÅŸtirir ? Çamurun izi hakikaten kalıyor mudur ? Ve saire. Tam da elde güzel sorular olunca güzel tartışmalar türediÄŸi gibi bu anlatımdan da güzel, saÄŸlam ve etkileyici bir film çıkıyor ortaya.

Hikaye çok bilindik, haberlerde, gazetelerde hatta belki çevremizde duymuÅŸ olabileceÄŸimiz türden aslında. Yalnız yönetmenin konuyu ele alış biçimi, birey ve ait olduÄŸu toplum arasındaki iliÅŸkinin çıkmazlarını, buhranlarını gösteriÅŸ biçimiyle sıradanın çok dışında. Bazen bir atasözü havasında “Hayat atasözlerinin haklılığına ÅŸahit olup durmaktan ibaret çoÄŸu kere” denilebilir hani. Jagten bizim kültürümüzde yer etmiÅŸ pek çok atasözü ve deyimi ilkokul kitaplarımızda okuduÄŸumuz metinlerin sonunda yer alan “metinden çıkarılacak dersler” bölümünde olduÄŸu gibi özetlemiÅŸ hissi uyandırdı bende. Küçücük bir kızın bambaÅŸka maksatlarla söylediÄŸi bir yalanın bütün bir eriÅŸkinler dünyasını alt üst etmesi “Bir deli kuyuya taÅŸ atar kırk akıllı çıkaramaz” gibiydi. Lucas’ın üstüne yapışan suçlama ve aleyhinde hiç bir delil olmamasına ve mahkemede aklanmasına raÄŸmen, toplum nezdinde “elini kolunu sallayarak gezen” bir suçlu muamelesi görmesi “Adın çıkar dokuza, inmez sekize” gibiydi. Ya da cinsel taciz iddiası karşısında küçük bir kız çocuÄŸuna mı yoksa kırk yıllık ahbabları Lucas’a mı laf konduramayacaklarını ÅŸaşıran ahalinin durumu “AÅŸağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık” gibi. Bir de akıllarda soru iÅŸareti bırakan son sahne ile bütün bir film boyunca Lucas’ın masumiyeti konusunda taraf olan, tüm şüphelerden uzak izleyiciye de “Bekara karı boÅŸamak kolay” der gibiydi…

Oyuncu seçimleri karakter ve çehre uyumu açısından çok yerinde. Mesela baÅŸrol oyuncusu Mads Mikkelsen(Lucas), hakkında bilinenleri her an ters yüz edebilecek soÄŸuklukta bir yüze sahip. Öte taraftan kemikli yüz hattıyla da kararlı bir izlenim veriyor. Ne öyle bir seri katil ruhu ya da bir cinsel sapkınlık, ne de ensesine vur lokmasını al saflığı taşıyor. Tam arada, tam dengede bir duruÅŸ. Ki 2012’de Cannes’da En Ä°yi Erkek Oyuncu ödülünü almış da zaten. Ya da küçük kızı canlandıran Annika Wedderkopp (Klara) o psikolojik gerilim-korku türü filmlerinden alışık olduÄŸumuz hafif sinsi, hafif bebeksi küçük yüzüyle istemsiz kötülükler, akla gelmeyecek iÅŸler yapabilecek potansiyele sahip çocuk havasını çok rahat ifade etmiÅŸ. Ne kadar iyi oynandığını destekelemek adına ÅŸu daha ilginç kendi adıma; filmin gerilim uyandırmak, hikayeyi çetrefillendirmek gibi bir derdi olmadığını, asıl ortaya koymak istediÄŸinin bunlardan çok baÅŸka ÅŸeyler olduÄŸu bildiÄŸiniz halde filmden sonra kendinizi alternatif hikayeler üretirken bulmak. Hani tam da ucu açık bırakılmış bir psikolojik gerilim türü filmden sonra olmayanı varmış, olanı öyle deÄŸilmiÅŸ gibi yorumlamaya çalışmak gibi.

Film 2012 yapımı olmasına karşın 2014 yılı için Danimarka’nın Oscar aday adayı imiÅŸ. Yolu açık olsun. Niyetlenip de gidecek olanlar çok niyetlenmesin. Zaten bir kaç salonda gösterilen film haftaya, olmadı diÄŸer hafta kalkar gösterimden. Zira çok müthiÅŸ filmler filan bekliyor sırada.

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Sinema Etiketler:, ,